16 Mayıs 2007 Çarşamba

BİR İCLAL AYDIN YAZISI.....

Tırnak yiyen erkekler...
Bakarım... İnsanların ellerine bakarım. Sanki bütün ömrünün hikâyesi ellerindedir çünkü. Tırnaklarının biçimi, damarları, parmakları, bilekleri... Eller çok şey anlatır bence ve bu yüzden tırnak yiyen yetişkinler hele ki erkekler çok tedirgin eder beni. Bilgin, bilgiç bir edayla konuşurken elleri yüzlerine gidiyor, üstelik çenelerini kaşıyarak konuşuyorlarsa o an oradan uzaklaşıp başlarım kurulmaya...Konu ne olursa olsun; kuru patlıcan dolması, Çanakkale Boğazı, Felsefenin Temel İlkeleri ya da Bill Gates’in serveti, fark etmez; tırnak yiyen adamın anlattıklarının doğru olup olmadığından şüphe duyarım. Ya da neden bu kadar kendine güvensiz olduğunu çözmeye çalışırım. Öyle ya, bir insan neden tırnak yer? Kendisine ve etrafına bu kadar güvensiz bir adama karşısındakiler nasıl güvenebilir ki? Ruhi bir arızanın ipucu olabilir mi tırnakları yiyip bitirmek? Aslında müthiş bir yetersizlik duygusu mesela? Toplumsal alanda ferdi kıskançlık veya? Dedikoducu bir kimliğin ipucu? Zayıf bir karakterin zayıf noktası? Korkak bir kişilik?Bilemiyorum, belki de hepsi...Kadınların örtbas edebilmesi kolay ama erkekler için ne yazık ki bu çok güç...Üzerindeki çok şık takım elbise fakat parmaklarının tırnak bölümü pembe etli bir politikacıya oy verebileceğimi sanmıyorum mesela.Tınaklarını yiyen bir doktora sağlığımı, tırnak yiyen bir öğretmene çocuğumu, tırnak yiyen bir arkadaşa sırrımı teslim etmem çok zor...
***“Tedirgin edici insanlar” kategorisinde ikinci sıradakiler: İlk karşılaştığınızda elinizin ucunu tutarak tokalaşanlar...Avcunuzun havayla temas ettiği o anda parmak uçlarınıza zoraki dokunan eller ne çok şey anlatır.Problemin tamamen bizde olduğunu düşündürürler. Ellerim mi terliydi? Ter mi kokuyorum? Benden hoşlanmadı mı? Beni beğenmedi mi? Küçümsüyor mu? Olay nedir?..Sonra yüzüne baktığınızda asla kendinizden kaynaklanmayan bir endişeyle karşılaşırsınız. Zoraki bir tebessüm, ite kaka yerleştirilmiş bir kibarlık, sahtelik akan bir selam cümlesi. Ama tamamıyla korkunun hakim olduğu bir matlık vardır.Elinizi gözünüze çarpan ilk kumaş parçasına silmek istersiniz gayri ihtiyari.Oysa tokalaşmayı bilenler başkadır.Karşısındaki eli iyice kavrayan, güçlüce birkaç kez sallayan insan sözsüz, sessiz, sağlıklı bir iletişimin ilk adımını atmıştır bile.
***Üçüncü sırada ise “geçirgenler” var.Kadın erkek fark etmez. Arkadaşınızmış gibi, işte bir şeyinizmiş gibi girerler hayatınıza. Okuldan, ofisten biri, filancanın şeysi olurlar...“N’aber, nasılsın” ın ardından, sohbet arasına kafa yarıcı, gönül kırıcı laflar sıkıştırırlar. Can sıkan, insanı kendisinden şüpheye düşüren, başkasından şüphelenmemize yol açan... “Sence şimdi hoş olmuş mu bu yani?” diye başlayan cümleye... “Gerçi o da geçen gün senin bunu yapamayacağını söyledi.” gibi...“Onunla görüşmekten ne anlıyorsun bilmiyorum, senin klasına uygun biri mi sahi?” “Kaç para verdin sen bu şeye? Allah bilir dünyanın parasını dökmüşsündür.” “Sana bu saçın güzel olduğunu mu söylediler?” “Çok merak ediyorum; sana maaşının ne kadar olduğunu söyledi? Seninkinden çok olduğunu biliyorsun değil mi?” “Geçen hafta seninkini filanca yerde görmüşler, yanında kara kuru kısa bir oğlan varmış, onun kardeşi uzun boyluydu değil mi?” “Valla, herkes senin çok şey olduğunu söylese de ben seni her yerde savunuyorum.” “Seni neden beğenmiyorlar anlamıyorum. Hatta seninle çok sıkı fıkıyım diye çok eleştiriyorlar ama ben yine de seninle birlikte olmayı seviyorum.” gibi sarsak sarımsak cümleleler, hepiniz bilirsiniz işte...
***Bugünkü belgeselimizin kapanış cümlesi:Homo sapiens’in tırnak yiyenlerinden, elinin ucuyla kişiyi öteleyeninden ve laf geçirmeyi seven tavanı da tabanı da zayıf cinslerinden uzak durmakta fayda vardır. Nihayetinde hepsi can sıkar...Canımızı sıkmaya ne gerek var...
İclal Aydın

Hiç yorum yok: