28 Ekim 2007 Pazar

sevgilimle afişlerin önünde karar vermeye çalışıoruz.nezaman 2 film arasında kalsak benim yaptığım tercihler çok kötü çıkıo sonucunda.bu sefer en başından yenilgiyi kabul etmiştim sevgilimin tercihini izlicektik.benim istediğimse İSTİLA idi.
vee YAŞAMIN KIYISINDA yız.ben anlamıorum bizim yönetmenleri.bir türk filmi çekmek demek= küfür, arka sokaklar, hayat kadınları ve onları pazarlayanlar yada lezbiyenler veyahut türkiyenin, istanbulun en pis yerleri demekmidir onlar için.Zeki Demirkurbuz un filmlerindede olduğu gibi birbirini sürekli tekrarlayan arasına kopya kağıdı koyulmuş filmler çekmek marifetmidir acaba.
açıkcası çok büyük hayal kırıklığı.Alin Taşçıyan yorumlarını çok önemseyen biri olarak fevkalade abartıldığına, iltimas geçildiğine kanaat getirdim.
film çok kötü.binbir umutla salonu doldurmuş insanların filmin bitmesine tahammül edemeden çıkıp gittiklerine şahit olduk bu süre boyunca.biz ise sevgilimle belki ummadığımız bişey olur da bi anda filmin akışı değişir umuduyla bekleyip durduk.ama nafile.
bu sabah Güneri Civaoğlunun şeffaf oda konukları Nurgül Yeşilçay ile Fatih Akın dı ve konu tahmin edildiği üzere Yaşamın Kıyısında idi.okadarki onu bile çok fazla dinlemeye tahammül edemedim.almanyada aday adayı olan filmimizden hiç ama hiç umutlu diilim lakin izlemekte çok zorlandık.
izlediğim her filmde beni kendine bağlayan bi sebep arar dururum tüm seyir boyunca.ve illaki bi tane bulup sürdürürüm izlemeyi.ama bu filmde elle tutulur hiç ama hiç bişey yoktu.demekki bazen popüler kültüre akıp gitmek gerekmiş. ve amerikan sinemasına devam etmek gerekmiş.
ben yakın zamana kadar sinemaya, türk filmlerine gitmeye acıyan bi insandım.öyle filmler girioki vizyona verdiğim paraya acımamak elde diil.hatta evde dvd yada vcd olarak bile izlemeye tahammülüm yoktu.ama bu değişti.basında Fatih Akın kadar yankı uyandırmayan çok iyi yönetmenlerin çok iyi filmlerine rastlayan dek.
bunlardan biri Taylan Biraderler lerin zuhal olcayın oynadığı HİÇBİRYERDE si ve yine aynı yönetmenin KÜÇÜK KIYAMET adlı filmi.yada Reha Erdem in BEŞ VAKİT ve KAÇ PARA KAÇ ı gibi.
bu hafta sinemayla birlikte 4 film izledim.
şayet bu bloğu tesadüfen okuyan olursa zahmet edip Yaşamın Kıyısında adlı filme bence gitmesinler.asla önermiyorum.
gelelim diğer filmlerime.
DELICATESSEN...
AMELIE den tanıdığımız bizi çok farklı tekniğiyle başka yerlere götüren içinde az buçuk muzipliğin, hafiften komedinin bulunduğu aslında bildiğimiz ama farklı biçimde anlatarak hatırlamamıza yardımcı olan yönetmen Jean Pierre Jeunet e ait 1991 yapımı bir film DELICATESSEN.
anlamı şarküteri yada türkçeye daha yakınlaştırırsak salamura gıdalar ve et satan kasap gibi bişey.ama bu kasabın diğerlerinden bir farkı var.gazeteye ilan vererek kiracı ve apartmanının tamir işlerini yapıcak etine dolgun adamlar arıo olması.en son kurban gelene dek baya bi adamı yiyip bitirmişler.yiyip bitirmekten kastım ewt yiyip bitirmek.etine dolgun, kaslı, iri yapılı olmasını istemesinin sebebide bu zaten.hem sadece kasap diil bu işle ilgilenen.tüm apartman sakinleride işin içinde.kilolu bi tamirci demek= bol et demek onlar için.
film çok fazla ilginç aslında.ve benim en sevdiğim renk tonuna sahip.tüm film Sepia tonunda.eskimsi sarımtrak renk.
film bu kasapla tamirci arasında geçen ölüm kalım savaşını komik bi biçimde anlatılmasını içeriyo.mutlaka izlenmesi gerek diye düşünüyorum en azından Amelie nin hatrına:) Amelie benim en sevdiğim filmler arasındadır.ama film bundan çok bağımsız bi biçimde izlenebilicek, tüm izlediklerimizden çok ama çok farklı bence.kendisine 5 tane yıldız veriyoruz.bu da yıldızlı pekiyi eder:)
KÜÇÜK KIYAMET....
bu film yaşadığımız ve hatta karşı karşıya kaldığımız deprem gerçeğiyle çok ilintili.hatta konusu bu.DEPREM...
Başak Köklükaya muhteşem oyunculuk performansıyla ve yönetmenin insanların deprem konusundaki düşüncelerinin kodunu çözmüş olmasıyla çok başarılı bi film haline gelmiş.
konu ertesi gün çıkıcakları tatilin öncesinde vuku bulan depremle başlar.başak,eşi 2 çocuğu ve 2 yeğeniyle çıkıcakları tatili beklerken gece deprem olur.bavullar ve tüm herşey hazırdır.deprem esnasında film durarak başka bi boyuta geçer.yaşadıkları depremden sağsalim kurtulduklarını sanan Başak ve ailesi arabaya atladıkları gibi kiraladıkları tatil evine giderler.herşey çok normal gibi görünürken aslında geçtikleri tüm yolların, vardıkları tatil yerinin ve olağan gibi görünen herşeyin aslında Başak Köklükayanın hayali olduğunu anlarız.herşey çok tuhaftır ve sürekli kabus görmektedir.



film nerdeyse sonuna dek bu biçimde geçer ki bi anda gerçekle yüzleşinceye dek.aslında başak köklükaya göçük altında kalmıştır ve yaşadığı herşey aslında bu esnada gördüğü rüyalardır.rüyalarından birinde daha önceden ölmüş olan annesiyle karşılaşır ve ona çocuklarını kurtarmasını söyler ve film bu sahneyle diğer yani gerçek bölüme geçer.
toz toprak içinde bulunduğu yerden çıkan başak önce yavrularını,çocuklarının bakısıcısını ve yeğenlerini kurtarır.bu esnada tüm gördükleriniz tüyler ürperticidir.depremde kocasını kaybetmiştir aslında ama tüm anaçlığıyla diğerlerini sağsalim kurtarır.herşey azda olsa yolunda gibidir.ailesini kocası hariç diğer tüm fertleri kurtardıktan sonra kendisini tedaviye alırlar ve teker teker tüm çocuklarını öper. ve sonrasında birdenbire ölür.belkide görevini yerine getirmişliğin verdiği rahatlamayla kendini bırakmıştır, burası bilinmez.lakin ölüm sahneside çok fenadır,tüyler ürepertici ve çok üzücüdür.arkadaşıma neden ölmüş olabiliceğini sorduğumda depremi birebir yaşamış biri olarak birsürü insanın çok sağlam görünürken deprem sonrasında birdenbire öldüğünü söyledi.nedeni bu dediğim sebep olabilir yada bir iç kanama.kimbilir.
mutlu sonla bitmio film ama deprem gerçeğini çok iyi yansıtmış sevgili yönetmenimiz.işte bir türk filmi böyle olmalı dedirtio insana.çok ama çok başarılı buldum Taylan Biraderler filmlerine devam diyorum.
ve son filmim KAÇ PARA KAÇ...
sevgili Taner Birsel ve çok sevdiğim Bennu Yıldırımların başrolünü paylaştığı Reha Erdem in yönetmenliğindeki film yine çağımıza çok uyumlu bi film.herşeyin; itbarında, sevgininde, ilgininde para üzerine olduğu dünyada bi insanın para karşısında nasıl yoldan çıktığı gerçeğini yansıtıo hatta yüzümüze yüzümüze vuruo.
5vakittede tarzını konuşturan yönetmen yine yapıcağını yapmış ama bu sefer hiçbişeyi kişilerin yorumuna bırakmamış.herşey çok net.anlatmak istediği ne varsa hepsini dökmüş filmin içine.
beyoğlunda gömlek satarak hayatını kazanan tutumlu, namuslu, ahlaklı bi tüccardır selim(taner birsel).eşi Bennu ve bi tanede kızı vardır.birde son derece davetkar ve ona her defasında asıldığı halde selim ağbii diye hitap eden komşuları.
selim sürekli para hesabı yaptığı kıtkanaat geçindiği dünyasında yaşayıp giderken bi gün bi taksi çevirir.içinde müşteri vardır.müşteri tam iner selim biner fakat inen müşteri arabada içi dolarlarla dolu çantasını unutmuştur.öyle bi an olurki selim çantayı vermek için hareket eder ama taksici çoktan arabanın gazına basıp gitmiştir.akıllarında tek kalan inen müşteriyle selimin yüzleridir.
bulduğu paranın kokusu ertesi gün ortaya çıkar.bi banka gişecisi bankayı soyarak kayıplara karışmıştır.selim ise bulduğu bu paraları ne yapıcağını bilemeden yeni ama sıkıntılı bi yaşama başlar.
parayı nereye saklıcağını bilemez önceleri sonra bi kasa kiralar.yavaştan lüx bi yaşama başlarlar.eşyalar yenilenir, araba alınır, lüx restaurantlara götürür karısını, pahalı takılar alır ona.ama asla mutlu diildir ve huzurluda.
içindeki huzursuzluktan dolayı yanında çalışan elemanı nedensiz yere işten çıkartır.ertesi günde dükkanına bu işten çıkarttığı gencin yaşlarında biri dükkanına girerek silahla tehdit eder ve kasadaki tüm paraları ister.selim savunmasız ve önemsemeden verir.nasıl olsa yığınlarca doları vardır.hırsızın ardından dışarı komşusuna koşar ve ona olayı anlatır.polis çağırmalarını söyleyen komşusunun polis talebi üzerine korkarak ona bu soygunu yapanın dün işten attığı eleman olduğu yalanının söyler.
hayat böyle akıp giderken, bigün vapurla işe giderken tam karşısında paraların gerçek sahibini görür.durumu anlar ve birde öbür tarafına bakarki onu soymaya gelen gerçek çocukta tam karşısında.konu öyle güzel patlarki çocuk selimden kaçar vapurun içinde selim dolarların sahibinden.
bi şekilde kurtulurlar birbirlerinden.paniği büyüktür selimin ve işe vapurla gitmekten vazgeçer.arabayıda bu olaydan sonra alır zaten.
bigün öğle yemeğinden döndüğünde dükkanın önünde kovduğu ve haksız yere günahını aldığı eski elemanıyla polisleri görür.komşusu ona iyilik olsun diye çocuğu yakalayıp getirmiştir.selimden ifade vermesini isterler.o ise bin pişmanlık içinde çocuğun yalvarışları karşısında yalan söyleyerek onu soyanın bu çocuk olduğu yalanını devam ettirmek zorunda kalır.fakat hayat daha yaşanmaz hale gelmektedir.paranın asıl sahibi olan bankacının intihar haberlerini okur gazetede.
vicdanının rahatsızlığı sonucu haksız yere suçladığı elemanı parayla serbest bıraktırır ve ondan özür dileyerek bi tomar para verir vicdanını rahatlatmak için.
bu arada sürekli olarak kendisine asılan komşuları tacizlerine devam etmektedir.ama bunu eşide dahil olmak üzere kimse önemsemez.selim bile.kadına çatlak gözüyle bakarlar.bi tahtası eksik gibidir hareketleride zaten.
bi gün eşi ve çocuğu adaya giderler hatta evde selim bunları geçirir ve onlara güzel bi tatil yapmalarını söyler.peşisıra çatlak komşu elinde tabakla evin kapısını çalar.kapıyı selim açar ve evde yalnız olduğunu anlar kadın.herzamanki davetkar tavrıyla eteğini hafifçe aralar ve artık daha fazla tahammül edemeyen selim belkide paranın onu sapıtmış olmasından dolayı, belkide artık cidden kafayı yemeye başlamasından dolayı kadına istediğini vermeye başlar.salon masasının üstünde bunları yaparken birdenbire ev kapısı açılır ve içeriye eşiyle kızı girer.evde bişey unuttukları için geri dönmüşlerdir ve malum sahneyle karşılaşırlar.selim, komşusu, eşi ve kızı donup kalmış vaziyette öölecene dururlarken selim balkona doğru çıkarken uzun boyundan dolayı sanırım birdenbire aşağı düşer ve ölür.cebindeki tüm paralar sokağa dökülür ve hatta tüm caddelere uçar her bir dolar parçası.
filmde burda biter.
özellikle yazdım bukadar ayrıntılı çünkü gerçekten çok beğendim filmi.kesinlikle izlenilmesi gereken, inceden inceye insana ders veren ve düşünmeye iten bi filmdi.
bunca film yazdıktan sonra içimden arka arkaya bisürü film izlemek geldi.sıkıcı bi pazar günü.hava fena diil en azından yağmurlu diil.bana iyi dinlenmeler olsun diğerlerinede iyi pazarlar:)

25 Ekim 2007 Perşembe

unutulmucak ayrıntılar...

I HAVE NOTHING IF I DON'T LOVE YOU...
Whitney Houston eşliğinde yazıorum bu yazıyı.haftayı tamamlamadan aklıma kazılı olan herşeyi ilerde sadece sağlaması olsun diye burayada yazmalıyım diyorum.lakin unutulucak gibi diil çünkü hiçbiri.
bir cumartesi erken çıkılmış iş gününde gerçekleşti büyük sürpriz.internetten aldığım biletimi öncelikle otogarda check ettirdikten sonra beklemeye başladım bursa yolculuğumu.
trafik yoğunluğundan dolayı nedenini ozaman bilemediğim daha sonra 29 ekim çalışmalarının öne alınmasından kaynaklandığını anladığım sebeplerinden dolayı istanbuldan çıkışımız biraz uzadıysada her an'ı güzel bi yolculuktu.verdiğimiz molalarda, feribotu beklerken, feribottayken ve diğer molalarda sevgilimle hep haberleştik.biraz gecikmelide olsa bursa terminale vardığımda kocaman gülen gözleriyle beni karşıldı sevgilim.
uzun bi sarılma ve hasret giderme anından sonra taksiye atlayıp onun kaldığı otele doğru yola çıktık.famora meydanına yakın bi otele geldiğimizde içeri girerken kayıt yaptırmadığımızdan dolayı resepsiyona geri dönmek zorunda kaldıysakta az sonra beni bekleyen şeyle karşılaştığımda hiçbişeyi hatırlamıcaktım bile.
hiç ama hiç aklımda yokken yakaladı bu sürpriz beni.ewt biliodum bana bi yüzüğün alındığını ve ewt yine biliodum bu aralar evlenme teklifi alıcağımı sevdiğimden ama asla bunun bursada olucağını hemde bu şekilde olucağını tahmin edemezdim.istanbullular olarak belkide biraz empati kurduğumdan dolayı sanırım ben onun yerinde olsam istanbulumuzda teklif ederdim diye düşünmüştüm.
odmızın önünde kapıyı kartla açmasını beklerken bi an önce içeriye girme telaşımdan dolayı hızla odaya daldım ki gözlerime inanamadım.ağzımdan çıkan sesler sadece aaaaaa ve yine aaa idi:)
yerlerde yatakta odanın heryerinde banyo dahil olmak üzere heryerde ve herşeyde güller ve gül yaprakları vardı.paldır küldür odaya dalmışlığımdan dolayı üstünde yürüdüğüm yolu geç farkettimki sevgilimde yoldan çıkmamamı söyledi.
yerde yürüme yoluma güllerden yapılmış bi yol vardı.onu takip etmeli ve yatağın üzerinde bekleyen kutulara doğru ulaşmalıydım.
şaşkınlık nidalarıyla o yolu yürüdüm ve benim için alınmış, hazırlanmış sürprize doğru uzandım.
fakat sanırım şaşkınlığımdan dolayı hala bunun benim için sadece bi hoşgeldin kutlaması olduğunu düşünüodum.asla aklıma evlilik teklifi gelmiodu ki o uçuk mavi küçük kutuyu görene kadar.
yatağın üzerinde gonca güllerden yapılmış bi çiçek arajmanı, bi tane kırmızı kalpli bi kutu ki içinde çukulatalar olmalıydı ve o minik mavi kutu.sonradan düşünücektimki bu uçuk mavi kutu bursaya özgü bişeydi galiba.bursanın bi çok yerinde bu renk tonuna rastlamak mümkündü çünkü..
öncelikle benim için hazırlanan odanın tamamına göz gezdirdim ve her gördüğüm manzaraya hayretler içinde kalarak sevgilime sarıldım.apliklerin içine kadar heryer güllerle doluydu.rüyada gibiydim, ayaklarım yerden oldukça havadaydı ve ben bi filmi izlio gibiydim.halbuki o film benimdi ve başroldede biz vardık.
sevgilim laptopundan çalınmayı bekleyen bizim şarkımızı açtı.YOU MAKE ME FEEL BRAND NEW-SIMPLY RED
ve sonra önümde diz çökerek bizim şarkımız ve kalp atışlarımız eşliğinde gözlerimiz dolu dolu aynı o filmlerdeki gibi evlenme teklifi etti.bana bütün gün eski mesajlarımızı okuduğunu ve hepsinin çok güzel duygular içerdiğini, söylicek daha güzel bişey olmadığını ve gerekte olmadığını belirterek artık bundan sonra söylemesi gereken tek şeyin bu olduğuna karar verdiğini söyledi
BENİMLE EVLENİRMİSİN?
bunu duymayı çok beklediğiniz bi insan varsa hayatınızda hep bi şekilde bu teklif karşısında prova yaparsınız.şöle yaparsa böle yaparım, bunu söylerse şunu söylerim,şöyle ewt derim böyle kabul ederim diye.
boşuna düşünmüş olduğumu anladım o dakika.insan bi an önce o teklife EVET demek istio.hatta yüzlerce kez mümkünse evet evet evet...
ona bunu gerçekten isteyip istemediğini sordum rol icabı.aslında deli gibi istediğini bildiğim halde.o da dünyadaki herşeyden daha çok istiyorum dedi.bende ozaman EVET dedim.önümde diz çökmüş vaziyette birbirimize sarıldık ve yüzük kutusunu açtım.
O müthiş zevkini yine ortaya koymuştu.harika bir tektaş parmağıma girmeyi bekliodu.bnuu onun yapmasını rica ettim.birlikte yüzüğümü parmağıma geçirirken artık hiç kopmucak olan o bağla bağlandığımızı hissettim son kez.
kendimize geldiğimizde sürekli birbirimize sarılıoduk birbirimizi kokluoduk ve ben 5 dakikada bir parmağıma bakıodum.ben her gülümsediğimde sevgilimin haklı gururu okşanıp duruodu gözlerinden anlıodum.mutlu olmama, herşeyin yolunda gitmesine ve üstündeki bu yükü atmışlığın verdiği rahatlıkla durmadan gülümsüodu.
sonradan öğrendimki bu sürpriz için bi haftadır bursada organize olmaya çalışıomuş olanaklar dahilinde güller ile hazırlamış bu sürprizi. ama asıl istediği laleymiş.
sevgilim hep işyerime yollardı çiçekklerimi ama kendi seçtiği çiçekler olmadı onlar.parası verilmiş güzel organize edilmiş çiçeklerdi işte.oldukça gösterişliydiler ama onun elleri değmemişti, onun gözleri seçmemişti o çiçekleri bana alırken.oysa şimdi ciddi bi emek vardı herşeyde ve heryerde.sevgilim bana kendi seçtiği çiçekleri almıştı işte,istediğim olmuştu.okadar mutluydumki dünyalar benimdi sanki.o an'ı hiçbişeye, dünya nimetlerinden hiçbişeye değişmezdim.
yerdeki gül yapraklarıda dahil olmak üzere hepsini topladık.bu arada yerdeki çiçeklerin sayısı 41 miş.nazar değmesin diyeymiş.düşünceli sevgilim benim...
sonrasında bu güzel sürprizin ardından bi alışveriş merkezindeki restaurantlardan birine gittik.tabiiki iskender yedim:)oldukça lezzetliydi.karnımız doyduktan sonra sevgilim bana kısa bi şehir tutu yaptırdı.
bursanın semt isimleri çok ilginç.altıparmak, famora, çekirge .... bisürü değişik isimli yerler.daha evvel ben sadece çekirgeye gelmiştim.şu hacivatla karagözün olduğu yere.hava muhteşem olduğu için çekirgeye kadar yürüdük elele.orada güzel bi mekana girip kahvemizi ve pastamızı yiyerek küçük bi kutlama yaptık aramızda.o arkadaşlarına bu işin üstesinden alnının akıyla çıktığını haber verdi mesajla bende kankime yazdım sadece.artık nasıl güzel bi msj yazdıysam kankim beni ağlayarak aradı.çok duygulanmıştı yazdıklarıma.tebrik etti herikimizide.sağolsun...
sonra yine elele famoraya ordanda otelimize gittik.ben odaya girerken yine o duyguların aynılarını yaşadım.mutluluk, şaşkınlık, gülümsemeler eşliğinde.
sabah planımızı erken yaptık.geceden saati 9a kurup 8de uyandık.otelin açıkbüfe kahvaltısına indik beraber.olabildiğince yedik.planımızda teleferiğe binmek vardı.kahvaltıdan sonra bi araca atlayarak teleferik meydanına gittik.tepedeki ulaştığı noktaya bakınca çok heycanlandım adrenalin yarattık kendi kendimize ama maalesef hava şartlarından dolayı teleferiğin iptal olduğunu öğrenmemizle hayal kırıklığına uğradık.adama sorduğumuzda lodos olduğunu söyledi.bende nasıl olur yaprak bile kıpırdamıo dedim cahilce.hanfendi dağda lodos var,teleferik dağa çıkıo dedi.şöle uzaktan bi baktım ordada yaprak kıpırdamıodu sanki.ama bu iptal olduğu gerçeğini değiştirmiodu.yetkililer dağda lodos kararını amıştı işte ve biz hiç böyle bi aksiliğe hazır değilken kendimizi çocuk gibi çok üzgün hissettik.bisüre ne yapıcğımız bilemeden teleferiğe kitlenmiş sanki ona binmezsek başka hiçbişey yapamazmışız gibi duygular içerisinde arkamıza baka baka geri döndük.birsürede hüznünü yaşadık bu durumun ama sonra teselli çalışmalarına başladık.herşey öyle güzeldiki; bu kısmında aksilik olsada farketmezdi.bu da nazarlık olsundu, belki başımıza bişi gelicekti ama Allah izin vermedi gibilerinden teselliler işte.hayır bilseydik bukadar erken kalkmazdık.yatar uyurduk:)
olmadı. olsun bidahaki gelişimizde mutlaka binicez ve yine o 116 nolu odada kalıcaz.artık evlenince:)
teleferiğe binemeyince yine araçla aşağı indik.ulu camiinin oraya.resimler çekip küçük küçük kültür turu moduna girdik.sonrada kahvemizi içmek için sturbucks a gittik.sohbet ede ede başım omzunda içtik kahvemizi.sonrada gazetelermizi alıp odamıza çıktık.tv yi açtığımızda o kötü olaylarla karşılaştık.birsürü şehit vermiştik yine ve durum çokça ciddiydi.çok üzüldük.zaten o sırada bursa meydanında terörü kınama hareketleri başladı.birsüre dada tv ye baktıktan sonra gazetelerimizide okuduktan sonra biraz dinlendik.saat 5buçuk feribotuyla istanbula dönücektim.3te yola çıktık noolur noolmaz diye.famora ile ferinor arası 45 dakikalı bi yol.riske etmeden yola koyulduk.iyikide çıkmışız.feribiotun orda sevgilimin daha önce tecrübe ettiği bi restaurant var.adıZEYNEL.çok lezzetli köfteleri var.nerdeyse her tür cins köfte yapıolar.servisleri çok hızlı ve temiz.çok ilgililer.istanbuldada şubeleri var elit mekanlarda hemde.Zeyneli oldukça beğendik.çok aç olmamamıza rağmen çok sağlam bi yemek yedik ve vaktimizi orda değerlendirdik.hesabı ödedikten sonra sahilde kordonda yürüdük yine el ele.
ve gitme vakti gelmişti artık.ikimizinde içinde hüzün vardı ayrılmak istemioduk doğal olarak ama gitmeliydim.ah şu mecburiyetler.:(
içeriye kadar girdikten sonra sevgilimin el sallamaları eşliğinde feribota bindim.yılın icadı.muhteşem bi yoculuktu.ne bir dakika ileri, nebir dakika geri.aynen yazıldığı gibi bir saat onbeş dakikada yenikapıdaydım.
yolda çukulatalarımdan birini yedim gülümseye gülümseye.bi parça uyudum birazda rolling stones okudum.sonra o büyük camların önüne geçip denizi izledim beynimde sevgilimin suretinin eşliğinde.ona çok teşekkür ettim binmeden önce feribota.çok ama çok mutlu olduğumu söyledim o da bana ayaklarımı herzaman yerden kesiceğini söyledi.birbirimizi nekadar çok sevdiğimizi anladım yine herseferinde olduğu gibi.aramızda ciddi bi akım vardı.ondan bana benden ona gidip gelen ciddi bi aşk sirkülasyonuydu bu.taa başından beri engel olamadığımız aslada engel olmak istemediğimiz hislerdi bunlar ki bizi bu adıma kadar getirdi.o ve ben BİZ oluverdik işte.
şimdi BİZ olarak bi hayata adım attık bundan sonrasıda aynen devam edicek.İnşallah....
seni çok seviyorum ve bunu söylemekten dahası hissetmekten asla vazgeçmicem.bu arada sevgilim artık istanbulda.yeni teftişlerine başlamadan önce yılbaşına kadarda burda olucak.hoşş gitsede zaten haftasonları gelio.bu bizim aramızda bi sorun olmadı hiç özlem dışında.ama ne yalan söyliyim artık hep yanımda olsun istiyorum.inşallahta olucaz.
canım sevgilime biricik eşime kooskocaman öpücükler sana...sonsuza dek SENDEYİM...

22 Ekim 2007 Pazartesi

evlilik teklifi

20.10.2007.......
hayatımın dönüm noktası...
asla unutmak istemeyeceğim son nefesime kadar hatırlıcağım muhteşem bir an...
bi kızı en çok mutlu eden şey...
sevdiğinden böyle bi teklif almaktan daha değerli ne olabilir...hiçbişey...dünyanın hiçbi nimetine değişilmeyen güzellik...
bu hafta sonu beni hiç ummadığım biyerde Bursada bekleyen müthiş bir sürprizle karşılaştım.hafızama, bedenime ve hatta her zerreme kazınıcak güzellikte bi teklifti üstelik.
çukalatalarla, kalplerle, güllerle ve gül yapraklarıyla bezenmiş bi evlilik teklifi...
bişeyi hiç bukadar canı gönülden tasdiklememiştim daha önce.O filmlerdeki gibi dizlerinin üstüne çöküp bana evlenme teklifi ederken ve bende kabul ederken kalplerimizin çarpışı metreler uzaktan duyulabilirdi.bana hayatıma birkez daha hoşgeldin dedi...bende hoşbulduk dedim...
okadar yüksek dozda duygu değişimlerim olduki bu haftasonu, düşünerek, her ayrıntısıyla yazmam gerek herşeyi ki ilerde birgün anımsama zorluğu çekersem bu sayfayı açıp tüm derinliğiyle okuyabilmeliyiz zira bu benim için çok büyük ve önemli bi mesele.
şimdi burada söylemek istediğim tek şey onu çok sevdiğim.kelimeler yetmicek bunu anlatmama ama yinede taa yürekten canı gönülden SENİ ÇOK SEVİYORUM ve her ayrıntısı düşünülmüş bu muhteşem haftasonu için çok teşekkür ediyorum,canım eşim....

17 Ekim 2007 Çarşamba

her haftaya bir film

geçen 3 hafta içinde sadece 3 film izleyebildim, izlenmek için bekleyen filmler arasından.her biride farklı moddaydı.her filmden sonra izlenicek yığınla film olduğu gerçeğiyle karşılaşıorum.sevgili arkadaşım zeynebinde bi film sapığı olması sebebiyle izlenilicek filmler bitürlü bitmio:)
gelelim filmlere:

21 GRAMS


ben uzun zamandır bekletiodum bu filmi izlemek için.sevgilimin divx listesinden seçimlerimi yaparken en çok bu filme odaklanmıştim.
film bence çok başarılı .zaten yönetmei Babilin yönetmeniyle aynı.yönetmenin izleyiciler tarafından kanıksanmış tarzı yine bu filmdede etkilerini gösterio.eş zamanlı yaşanan ayrı 3 hayat ve onların belkide hiç olmaması gereken biçimde kesişmesi.sebeplerinin ve sonuçlarının kişilere geri dönüşümü...
Halka filminden beğendiğim Aiden in annesi sarışın hatun çok ii rol kesio 21 Grams da.ki ben Halkadaki rolünüde çok beğenmiştim.
filmde bence en vurucu nokta en son noktası.beni duygulandırdı açıkcası.çünkü sean penn yatağında yatıp vaktinin gelmesini beklerken ölmek üzere olan bi insanın vücut ağırlığından 21 gram kaybettiğini söylüo.sadece 21 gram.kimbilir belkide 21 grama karşılık gelen insanın ruhudur.öldükten sonra giden ve geride bu rakamda hafiflik bırakan.ve içinden 21 gramın nelere eş değerde olduğunu düşünüo.bi parça çukulataya yada yavru bir kuşa denk gelebiliceğini mesela.ve sonunda soruo 21 gram ne kadar eder? dio...
bir kadının aynı anda hem kocasını hemde 2 kızını bi trafik kazasında kaybetmesinin ve ardından yaşanabilicek en yüksek dozda acının yaşanmasnın getirdiği acıdan kurtulmaya çalışma isteği.kendini uyuşturmak,acı çekmemek için hatırlamamak ve bunun için tek çıkar yolun eroin olduğu zannı.kocasının öldükten sonra organlarının karısı tarafından bağışlanması,o sırada kalp nakli için bekleyen adama verilmesi sonra bu kadının kocasının kalbini taşıyan adama aşık olması,birlikte ailesini yokeden adamı yoketme planları ve sonunda yine kalbine yenik düşen adamın vurulmasıyla birlikte ölümü ve geriye bıraktığı karnındaki bebek...

karışık gibi görünsede oldukça anlaşılır bi filmdi aslında.ilerleyen zamanlarda tekrar izlemeyi istiorum ben.

VOLVER


hani bazı filmler vardır.izlenmek için zamanının gelmesini bekler insan,uygun zaman.öyle filmler vardır ki öyle her boş zamanda izlenemez.ruhunuzun hazır ve mutlu olması gerekir bi kere.volverde bunun gibi filmlerdendi benim için.
Almodovar ın en sevdiğim yanı;birincisi kırmızıyı çok sevmesi ikncisi;penelope cruzu çok sevmesi.çünkü ben herikisininde hayranıyım.

ben bir erkek olsaydım şayet kadının güzeline diil anlamlı bakanına aşık olabilirdim.lakin anlamlı gözler hele hele böyle bi filmden sonra çok daha önem arz edio.gerçi sevgilim benimde bakışlarımın etkili olduğunu söylüo ama penelope kadar güzel gözlere sahip olmadığımın bilincindeyim.

4 kadının hikayelerini anlatarak kadınları nekadar sevdiğini bi kez daha biz seyircilere anlatan yönetmen yine yapıcağını yapmış.bi kadına kırmızı biber doğramak bukadarmı yakışır.ve şarkı söylemek.hernekadar kendi sesi olmasada okadar inandırıcı ki bukadar olur yani.almodovar penelopenin zarif siluetini bi parça bozmak için yapay popo takmış ama bu bile onun güzelliğini gölgelemeye yetmemiş.muhteşem oyunculuğuyla penelopeyi alkışlamak istiorum:)

BIRTHDAY GIRL


bu da ortalama bi filmdi bence.hani bol vaktin vardır da amaan şurdan elime ilk geçen cd yi açıp izliyim dersin ya öyle bişi işte.
başrollerinde Ben Chaplin ile Nicole Kidman oynuyor.nadia(nicole) john(ben)un yaşgününde bi internet sitesinden evlenmek için ülkesine çağırdığı ve daha öncesinde yazıştığı rus bir kızdır.birsüre birlikte johnun evinde yaşarlar.john site tarafından kandırıldığı düşünerek hergün düzenli olarak yetkililere ulaşmaya çalışadursun öte yandan kızı bi şekilde rusyaya geri göndermek istemektedir.fakat bunu nezaman kıza söylese yada belli etse kız onu cinselliğiyle baştan çıkartarak doyumun en üst zirvelerine ulaştırmaktadır.öyleki johnun işyerindeki arkadaşları bile ondaki farklılığı anlamaktadırlar.kızın ingilizce konuşamamasına rağmen mutlu bi hayat yaşamaya başlarlar taaki kızın akrabaları diye gelen 2 adama kadar.hoşnut olmamasına rağmen jonh bu üçlüyle bürsüre daha yaşar ve artık tahammül edemeyerek onlardan gitmelerini rica eder.bu iki adam ok derler ama aslında akraba diilde üç kağıtçı ve aslında nadianında aralarında oldukları bi çete olduklarından dolayı sabah uyandıklarında nadiayı bi sandalyeye bağlayarak eğer para bulmazsa kızgın suyu nadia nın üzerine dökmekle tehdit eder.işyerinde en güvenilir adamlardan olan john 2 tane gitar kutusuna para doldurarak bankadan kaçar.

çerez filmlerden biriydi yani.zaten neden bilmem ruslarla alakalı filmleri sanırım iklim şartlarının insanlara getirdiği tiplerinden ötürü olsa gerek pek sevmiorum.dillerinide sevmiorum.ruslarla alakalı sevdiğim tek film Terminal di. o da sanırım Tom Hanksten kaynaklanıodu.krakozya krakozya diyip duruodu garibim:)
böle işte.iki gündür hayat biraz daha güneşli.haftasonu bi kaçamak yapıcam bursaya gidicem.cumartesi işten biraz erken çıkıp otobüsle geçmeyi düşünüorum.pazarda dönücem ama bu sefer feribotla inşallah.sevgilimle güzel bi 24 saat geçiricez.planları var burasada neler yapılıcağına dair.hatta dağa çıkalım sen harleylerini giyde gel dedi ama güldüm kendisine daha neler dedim.inşallah bi aksilik olmazsa haftasonu güzel dakikalar bizi beklio.:)

14 Ekim 2007 Pazar

bayramlık

öncelikle kendimde dahil olmak üzere herkesin ramazan bayramı mübarek olsun.acısıyla tatlısıyla dopdolu bi bayramdı benim için.ve yine eski yerleşik düzene geçiverdik.evden işe işten eve...
istanbulda yaşamaya çalışmanın, başınıza büyük felaketler gelmeden yaşamanın çok büyük bedelleri vardır.ya eşşekler gibi çalışıp çoook zengin olmalısınız yada yine parayla ilintili olarak maddi sorununuzun olmadığı bi baba, koca yada herhangi evebeyne sahip olmalısınızki şehrin ücra yerlerindeki felaketlerden başınıza gelmesin hatta mümkünse hiç duymayın, görmeyin.
istanbulda yaşamanın bedellerinden birini daha ödedi bisürü insan yağan yağmurla.zaten istanbullunun sevinci saniyelerle kısıtlıdır.bu da ödenmeyi bekleyen bedeller arasındadır.bayram gelmiş neyine...sen git işyerini, evini basan sularla oyna...halın,kilimin,koltuğun,işyerin malın mülkün su altında kalmış kime ne...
hele hele Kübra Gül'ün babası Abdullah Gül'e ne?
sanki düğünümüze çiçek göndermeyin, bunun yerine yardımda, bağışta bulunun diyince oldu bitti herşey.
kızıyorum.bir bayram günü bunları yaşamak zorunda kalan,bırakılan insanlar adına üzülüorum.hemde hiç alakam olmadığı hiçbi yakınımın başına gelmediği tamamen yabancı olduğum bu insanlar için üzülüorum.duyarlı insan sendromu işte
alibeyköy yıllardır her sel felaketinde büyük zaiyat verir.hatta dahada öte can kaybıda olur bu senede olduğu gibi.
ben küçüktüm. ozaman eyüpte otururduk.alibeyköyden haberler gelirdi sel sonralarında.yıllar yıllar oldu belediyeler değişti, başbakanlar, bakanlar, cumhurbaşkanları değişti ama Alibeyköy'ün sorunu değişmedi.nedir bu insanların çilesi... bitmeyen çilesi...

bayramın birinci günü uzaktan bi akrabamızın cenazesi vardı cuma namazında kalkıcaktı eyüp camiisinden.fakat syn.Recep Tayyip Erdoğan teşrif etmişler eyüp camiisine cuma namazı için.cenazede kimmiş? gömülücekmiymiş? hava sıcakmıymış? bayramın birinci günümüymüş? evde bekleyenlerimizmi varmış.kime ne...
kestiği her yolla halkına bukadar eziyet eden bi zihniyet daha varmı bilmiorum.ve halkından bukadar korkan bi insan.çevresinde düzinelerce polisle gezen bi adam.varmı?
yok!çünkü korkuo, çünkü herkes kimin ne yaptığını bilio ve de görüo.buna kendiside dahil elbette.
zat_ı muhteremin keyfini beklettirdiği birsürü insanın ahını aldı kendisi hemde mübarek bir günde.elbet hak yerini bulur birgün.
konuya sinirle girdim ama aslında bunun dışında çok güzel bi bayram tatili oldu benim için.bereketliydi sanki herşey.
öncelikle perşembe günü için patronumuz bize jest yaptı ve yarım gün bile çalıştırtmadı.yani tatildik arefe günü.bende burayada yazmış olduğum planımı rahatlıkla uyguladım.sevgilimi karşılamaya yenikapıya gittim.biraz erken gittiğim için 45 dakikalık bekleme sonucunda arkasından gizlice yaklaşarak kocaman bi sürpriz yaptım.çok sevindi, haliylen oldukça şaşırdı biraz oturmayı teklif ettim ama elindeki bavullardan ve yoldan gelmiş olmasından dolayı istemedi.sonra beni taksiyle bakırköye bırakarak eve gitti.bu duruma biraz içerlemiş olmalıyımki akşam konusunu açtığımda ufak çapta bi tartışma geçti aramızda.benim herşeyi büyüttüğümü düşünüo.bunların küçük meseleler olduğunu eğer gerçekten oturmak istiosam bunda ısrarkar olmamı söyledi.herzamanki gibi alttan aldı,olgun davrandı.bende küçük bi kız gibi daha mantıklı davranıcağımı söyledim fln fln.
ondan sonra alışveriş yaptım biraz bakırköyde.iftara eve yetiştim iftardan sonrada bayramlıklarımızı yaptık.dolma sardık annemle kabak pastası yaptık ve künefeyi.künefe feci sonuç verdi, bidaha yapmamaya tövbe ettik.dolmalar serçeparmak inceliğinde ve bol ekişiydi.muhteşem olmuştu kabak pastamızda ona keza yine çok güzeldi.
bayramın birinci günü normal şartlarda abimler bize kahvaltıya geliceklerdi sabahtan ama cenazeye katılma olayımız çıkınca biz onlara gittik.cenazeden sonra giyinip süslenip önce halamlara, sonra ben kankime gittim.ordanda yeşilköye amcamlara geçtik.çok tatlı ve pasta çörek yemediğim için herşey yolunda gibiydi ama ramazandan çıkmışlığın verdiği durum değişikliği nedeniyle sabaha karşı bayramın ikinci gününde mide ağrısıyla uyandım.ballı süt içtim ki çok iyi geldi.sonra kahvaltı fln derken giyindim sevgilimle buluşmaya gittim.
sevgilim bana evlilik yüzüğümü aldı.bu aralar evlenme teklifi edicekte kendisi ama benim bundan elbette haberim var:)
hem ben biraz cin olduğum için, hemde kendisi paylaşmyı seven, gizliliği sevmeyen birisi olduğu için.canım aşkım benim ruhumun eşi...muckss
hatta alyans bile bakmış yüzüğümle uyumlu olanından.artık gidip bakıcaz.bu arada bazı şeylerde konuştuk yolda nişantaşına giderken.neyi nasıl yaparız, evi nerden alalım, anneler nasıl gelsinler, nezaman gelsinler fln gibi konuşulmayı bekleyen birsürü konuyu konuştuk.yol herzamanki gibi tıkalıdıydı bizde muhabbet ede ede gittik nişantaşına
nişantaşı ahalisi ülkeyi terkeylemiş olmalıki bayramın ikinci günü omasına hemde cumartesi olmasına rağmen heryer bomboştu.
geçen hafta sevgilimle Beymen'in içindeki Armani'den bi pardesü beğenmiştik ama almamıştık belki başka beğeniriz diye.baktıkki bulamadık daha güzelini bizde onu almaya gittik.zaten çok fazla sürmedi işimiz.aldık ve çıktık.sevgilim uzun boylu ve ayıptır söylemesi yakışıklıdırda:)çok yakıştı çoooookkk yeni pardesüsü benim aybalama.
sonra starrbucksta kahve ve pasta molası verdik.yerlerıimize oturmadan evvel pastalarımızı seçtik.Eskidost diye bi pasta yeniden aramıza katılmışmış.ben ondan yedim sevgilimde newyork usulü Cheesecake. yanında sıcak çukulata içtik.eskidost hakkaten esidostmuş.eski halinide yememiştim ama aramıza yeniden katılması büyük isabet olmuş.muhteşem bi çukulata rüyası gibi bişi.yanındada puro içtik sevgilimle..
bu arada yine StarabuksGloria sanıp servis için bisüre bekledik.aslında servisten ziyade oturduğumuz yerin temizliği için bekledik demeliyim.



birsüre önce sturbucks'ın türkiye mağazalarıyla alakalı bi yazı okumuştum.biz türkler öle ecnebiler gibi kahvemizi alıp gitmekten hoşlanmıoruz yada nebiliyim işe giderken kahveciye uğrayıp bi kahve alıyımda işe gidiyim fln gibi yerleşik zihniyetlerimiz yok.bizim kahve içmekten anladığımız içilen kahveyle birlikte edilen sohbettir.illaki oturmak isteriz içtiğimiz yere.bende yüzde 100 türk olduğuma göre aynen bu düşüncedeyim.isterimki oturduğum yere gelsin fincanım. yanındada ufacıkta olsa ikramları olsun.masa temizlensin diye beklemeyeyim pislik içinde yüzmesin masalarımız.ama bu tip bir sisteme alışık olmayan Sturbucks ahalisi hala türk kültürüne adaptasyon sorunu yaşıo anlaşılan.yani hani madem kahvenizi alıp miktir olup gitmiosunuz nereye gidicekseniz e bizde size oturucak yerler yaratık diolar.ama kusura bakmayın bununla yetinin öle her dakka başka kafelerdeki gibi temizliğe gelemeyiz.bi masada en az 5 -6 bardak olmalı, kültabakları ağzı burnuna dolmalı, yerler çerden çöpten geçilmemeli.ehh işte ozaman gelince biz hızır gibi yetişiriz diolar.
elbetteki çok saçma.Sturbucks yada başka bi firma kültürel geçişlere açık olmalıdır.yani bu işletmenin ısrarla bu kültüre karşı çıkmaya çalışması ayrı, pislik içinde müşterilerini ağırlaması ayrı.bunu mazur görmemize imkan yok bence bu bağlamda.hemde düşünün nişantaşı gibi biyerde.ilgisizlik diz boyu.sanki bedava veriolar anasını satıyım.zaten oldum olası sevmem Sturbucks ı.ben Gloriacıyım yada Kahve dünyası cı.hepsi bu..hıh!

verilen kötü hizmete rağmen ağzımda pasta tadıyla eve döndük.teyzem ve sevdiğim kuzenim bize gelmişlerdi, bende ısrar etmiştim kalın die.kaldılar.akşam üseri acıkınca sokak arası köftecisi usulü ekmek arası köfteler yaptık kendimize, kahveler içtik bol köpüklü ve etrafında bol bol laf döndürdük pervasızca.
ve son gün.üzgünüm hafiften çünkü tatil bitti.kim nekadar kızarsa kızsın bayramlar yorgun düşmüş bedenlerimize yarayan birer tatil fırsatı oldu artık.gerçi bizim ailemiz hala eski geleneklerini bırakmış diil.mutlaka büyüklerimizi ziyarete gidioruz ama bunun dışında elbetteki bi parça tatil demek oluıo bayramlar.
uzun bi kahvaltıdan sonra bakırköye geçtim bi kaç işim vardı.teyzemleri yolcu edince annemde arkamdan geldi.zaten bu sel felaketi görünütülerinede yolda giderken aracın içindeyken rastladım.kocaman borular ve hidroforlarla suları dışarı atıodu insanlar.çok üzüldüm hemde çok.üstelik havada bi gecede kışa dömüştü, buz gibiydi.
sahi ya o ne soğuktu öle.gerçi halada pek sıcak sayılmaz ki perşembeye kadarda sürücekmiş..sonra ısınıomuş yine.neyse.
annemle bululup alışveriş yaptık.günlerdir ayakkabı arıodum.mevsimlik ayakkabı ama bitürlü bulamıodum.gözümü karartıp en sonunda çok bayılmasamda aldım bitane.bi de kocaman deri bi çanta aldım ayakkabıyla uyumlu..ben pek büyük çanta sevmem. ama arada lazım olur diye.annemde bi ayakkabı ve elbise aldı.giydiği elbise fiziğine okadar yakıştıki hasetliğimden çatladım.kadın 50 yaşında muhteşem bi fiziği var.incecik heryeri 62 kilo ve hiç baseni yok,bacakları ince.bi de kendime bakıorum ben kilolu dilim ama basenliyim.teyzelerime benzemişim bu hususta çok lazımmış gibi.ehh napalım gelin kaynana toprağından olurmuş ya kaynanamda basenli ehehehhe
çok yağmurlu çok soğuk bi pazar günüydü.tam hafta bitimine uygundu yani.ve işte yarın iş başlıo.çok şükür herşey yolunda ve önümüzde güzel olaylar, tatlı heycanlar var.allah yardımcımız olsun.iyi haftalar herkeslere...

10 Ekim 2007 Çarşamba

kabarmayan börek,fenalik geçirten kereviz salatası,tansiyon düşüren borani...


hadi dedim anneme madem ıspanaklı börek yapıcaksın gel beraber açalım şunu.neyseki ikna ettim onu elde börek hamuru açmaya.kendisi pek meraklı diildir böle külfet işlere.ama yardım ediceğime söz verince başladık yapmaya.
açma böreğin en önemli unsuru yağdır.katı+sıvıyağ karışımı.katıyağını önceden ısıtmış olduğum için börek yapımı esnasında katılaştığını farkettim bende ocağa tekrar koyarak iyice kızdırdım.sonra başladık börek yapmaya.fakat yapım esnasında önemli dğeişiklikler oluştu.bikere alt katının hamuru çürüdü.üst katı bi nebze daha iyiydi.fırına atıp pişmesini beklerken bir de baktıkki bizim börek nasıl bıraktıysak aynen öle.ne bi kabarma, ne başka bi çıtır hal ...hiçbişey yok.sadece üstünün rengi değişmiş hepsi okadar.

sonradan neden böyle olduğunu düşündüğümüzde annem buldu sebebini.yağı çok kızgın olduğu için hamuru çürüttüm ve bi parça yapım esnasında pişmesine sebebiyet vermişim.dolayısıyla yer ile yeksan olmuş bi börek yedik.
e madem börekten arta kalan ıspanaklarımız var onlarıda şöle öncelikle bi kavuralım sonra çaresine bakarız diye düşündüm.ıspanaklarım kavrulduktan sonra ya üzerine poşe yumurta yapıp yemek vardı aklımda yada boraniye çevirip meze formatında takılmak.boranide karar kıldım fakat sarımsağını okadar fazla koymuşumki yedikten hemen sonra aşırı uyuma ve halsizlikle başa çıkmak zorunda kaldık ailece.lakin biz düşük tansiyonlu insanlarız.
gelelim kereviz salatasına.tamamen tesadüfi oldu karşılaşmamız.normalde ben kereviz yiyebilen biri asla diilim.hatta kerevizin yapraklarından daha çok nefret ediorum kokusundan ötürü.turşuya fazla koyulduğunda bile yiyemiorum.bi iki denemem olmuştur zeytinyağlı şekilde yemek adına fakat sonu istifra ile bitmiştir.diyeceğim o ki kerevizi biçok insanın çok sevmesine rağmen benim midem kaldırmıo,tepki verio.zaten o bir bi de bakla iki.neyse...
dolabın sebzeliğini açtığımda gördüm onu.inanılır gibi diil ama içimden kereviz salatası yapmak geldi.açlık başımda duman yanii bakarmısın kereviz bile yiyesim gelio:)
önce kerevizi limon refakatinde(limonlamazsak anında kararıomuş annem söledi)rendenin ince ayarında rendeledim.sonra düşündümde yiyememe ihtimalini ortadan kaldırmak için içine kokusunu bastrması için bi adet havuç rendeledim.mayonez ve yoğurt ve yine sarımsak koyarak bi salata yaptım.
hayatımızın en sarımsaklı günüydü.kerevizi yedikten sonra içimizde bi hareketlenmemi oldu noldu bi garip olduk yine ailece.çiğ yediğimiz içinde olabilir tabii ama annemede babamada banada dokundu bu kereviz çiğ haliyle.
anlıcağınız baya dokunaklı bi menüm vardı haftasonu.yedikçe bayıltan cinsinden.hayır neye hizmet bukadar sarımsak kullanıorum.okadarki ertesi gün bile sanki ellerim sarımsak kokuodu.şifa alıcaz derken fazla şifadan fenalık geçiricektik nerdeyse.:)
haa bi de bloglardan adres defterime eklediğim bi tarif vardı.
altı çikolatalı gofretten oluşuo.cheesecake den dönme kek gibi bişi.görünüşü pek hoş.fırından çıktığındada kabarık haliyle oldukça gösterişliydi.ben aileme göre biraz daha fazla beğendim ama enfes ve sürekli yapılıcak bişi diildi.sonuçta ben dışarda sıkça yemek yiyen yeni damak tadlarına açık biriyim ama ailem öle diil.dolayısıyla bu italyanımsı tarz pastayı bek damakları kabul etmedi.
bi de geçen haftalarda yaptığım kara kek vardı sahi.bol kakaolu, çukulatal,ı neskafeli bi kekti.fakat onuda yaklaşık birbuçuk hafta boyunca ben yedim.her akşam 2 dilim yiyince anca bu kadar zamanda bitio:)
bu aralar görüldüğü üzere başarısızlıkla sonuçlanan ve ailem tarafından pek de beğenilmeyen tarifler denemekteyim.ama bu beni yıldıramaz elbette:)
akşamada annem ikinci defa evde künefe yapımını denicek.özel peynir almış bunun için.geçen senelerdede bi deneyimi olmuştu ama bu sefer fırın yerine ocakta pişiricekmiş.bakalım nasıl olucak.
bi de canm haftasonu abimlere giderken aldığımız o krokantlı pastadan istio.yanındada koyu bi kahve.offff nefffissss

9 Ekim 2007 Salı

gündüz rüyası bu afife


romatizmal ağrı gibiydi içimdeki sızı.sızım sızım inceden inceden acıyan,, ne insanı çileden çıkartıcak kadar güçlü, ne de kendisini unutturucak kadar derinden bi sızı.geçti... gitti sonbaharla birlikte yağmayan yağmuruma karıştı gitti...
azıcık canım yansaydı şu anda oturup ağlayabilirdim aslında bu havaya.ağladım ama hava müsait diildi benimle birlikte takılmaya.oysa şimdi gri bi tül gibi sarmış bulutlar istanbulumu.hoş sarmasa kaç yazardı bilmem lakin benim güneşim zaten yanımda diildi.
yağmur şarkıları dinliorum en baştada mfö.mfö nün bende böyle bi hali var.yorgunlukların ardından gelen dinlenmelerin, hüzünlerin ardından gelen sevinçlerin hemen akabininde dinlenilmesi gerekir diye düşünürüm.aynı o sızı gibi ne ağlatır, ne güldürür.
bazen çok beklediğin,çok istediğin şeyler gerçekleştiğinde bi bakarsın onu beklerken yitirmişsin tüm tadını, sevincini, isteğini.alıp götürmüş zaman vermediği hayalleriyle.bi benim olsa, ah şu isteğim bi olsa, olsa olsa derken bi gün gelir o şey olur ama artık anlamını yitirir,sendeki yeri başka bi şeyin yerini alır artık.
ama bugün yani şimdi iyiyim...
ah bu ben kendimi nerelere koysam
saklansam biryerlerde gizlice ağlasam...(mfö)
bayram gelio içimde çocuksu, safça bi heyecan.bayrama dair yaptığım yegane şey dün akşamki kuaför randevum.
eğer perşembe günü yarım gün çalışırsak sevgilimi yenikapıda karşılamaya gidicem hemde sürpriz bi şekilde hiç haberi yokken.gönlünü kırdım onun 2 gündür ağlattım hatta.halbuki ne çok seviorum onu ki o da gayet iyi bilio bunu.ama oluo işte arada böyle şeyler,nazar değio belkide,kimbilir.eğer onu karşılamaya gidersem bu süper bi sürpriz olucaktır.umarım planlarımı uygulayabilirm,umarım.
son olarak okuduğum romandan güzel bi kesit:
ancak direnenler insan gibi yaşar.geriye kalanlar ikiye ayrılır. nebatgiller;herşeyle barışıktır bunlar. çay bardakları;pek çok şeyle barışık olmasalarda karşı çıkıcak güce sahip değillerdir.eğer çay bardağıysan bir an önce kırılmaya bak.bütünün işe yaramazsa kırıkların bir işe yarar belki
Elif ŞAFAK-Baba ve Piç

MFÖ-Tam Oratasındayım

3 Ekim 2007 Çarşamba


evde yoklar
dolanıp duruyorum ortalıkta.
kedim hımbıl,yaprak döküyor çiçeğim,
rakım bir türlü beyazlaşmıyor.
anahtarım güç dönüyor kilidinde,
nemli aldığım sigaralar.
ne zaman bir dosta gitsem,
evde yoklar.
kimi zaman çocuğum
bir müzik kutusu başucumda
ve ayımın gözleri saydam.
kimi zaman gardayım
yanımda bavulum,yılgın ve ihtiyar
ne zaman bir dosta gitsem
evde yoklar
bekliyorum bir kapının önünde,
cebimde yazılmamış bir mektupla.
bana karşı ben vardım
çaldığım kapılarının ardında,
ben açtım ben girdim
selamlaştık ilk defa

metin altıok

2 Ekim 2007 Salı

devrilmiş bir sene...

rüzgarlı bi gecede dalgalar arasında inip çıkan bi gemi gibi ruhum.mutsuzmuyum üzgünmüyüm hüzünlümüyüm bilmiorum vericek cevabım yok.ama herzamanki ruh halimden biraz daha uzaktayım bugün.
2ekim...
bir yıl önce çok fazla anlamı vardı bugünün.oysa şimdi sanki o gün bana ait diilmiş gibi öylesine sıradan öylesine hüzünlü ve öylesine olması gerektiği gibinin dışındaki.
ağlamak isto canım.bu işyerinde asla mahremim olamaz,ağlayamam bile.sabah yolda yürürken bi iki damla düştü gözümden.şirketin kapısına gelince sildim herbirini derin nefes aldım ve birgünü daha hiçbişey yokmuş gibi sırtlanmaya sorunlarımı canımı sıkan şeyleri kapının ardında bırakarak(güya) girdim içeri.
içim hüzünle dolu şimdi.sorsalar şu nedenden diyemem ama bi garip işte.ilk sene-i devriyemize hüzünlü ve onsuz giriorum.umarım bunu takiben hep böyle olmaz.
nice seneler bize.