31 Mayıs 2007 Perşembe
baydınız artık!!!
İKİ CAMBAZ BİR İPTE OYNAMA
BİR İPTE BİRSÜRÜ CAMBAZ
HİLEBAZ,MADRABAZ,KUMARBAZ...
İKİ CAMBAZ BİR İPTE OYNAMAZ
BİR İPTE BİRSÜRÜ CAMBAZ.
ATEŞBAZ,İŞVEBAZ,HOKKABAZ
İP NİYE KOPMAZ???;
ZAMPOK EYİN Pİ???............(satır cambazlığı)
sanırım içinde bulunduğumuz politik duruma en uygun hal bu.etrafımızda birsürü cambaz ve herkes hünerlerini göstermek için birbirini ezme çabasında.milletini üzerinde cambazlık yapabiliceği bir ip gibi gören zihniyetin kökü kurusun artık.bir daha dirilmemek üzere yokolsunlar.ve hak yerini bulsun lütfen.diliyorumki belkide ilk defa milletin dediği istediği arzuladığı olur.yeter artık!!!
milletin yüzüne gülüp tek amacı kendi şahsi rantları olan insanlardan çocuklar bile usandı artık.herbiri birer joker gibi.dudaklarıyla gözleri arasındaki çelikiyi gördüğüm an korktuğum jokerler gibiler.
hepsinden nefret ediorum.hele hele kavak ağaçları gibi yıllardır koltuk sevdasına kök salanlanlardan,konuşmayı bilmeyen 2 kelime arasında duraklayan yalancı riyakar ikiyüzlü politikacılardan daha çok nefret ediorum.
millet bıktı artık hepinizden.yeter artık!!!
mesaj(esradan) BAZEN.........
29 Mayıs 2007 Salı
tavuklu bişiler olsun yap, şöle ortaya be yaa
28 Mayıs 2007 Pazartesi
çocukluk (anneee hufff oldu)
misss gibi ekmekler.......
ekmek yapma makinesi.
kız ekmek yerine bu sefer kek yaptığını söylerken önünde durma mecburiyeti hissettim.nitekim kek pek nefis kokuodu.izlemeye başladım ve kızın keki kabından çıkartmaya çalışmasını izledim.kek binbir güçlükle çıktı.çünkü sıcakken hiçbişey kabından çıkartılmaz.bi parça beklemeniz gerek bunu herkes bilio.bıçak darbeleriyle kız keki çıkardı ve benim gibi meraklı bakışlarla duran kalabalığa dağıttı.kek nefisti.fiyatını sordum.150 ytl imiş.ve 3 saat içinde enfes bir ekmek ile keki çıkartabiliomuş.üstelik malzemeyi karıştırmaya yada mayalamaya uğraşmamıza gerek yokmuş.kendi karıştırıp kendi bekleterek mayalayıp kendi pişiriomuş.tembel işi yani.
bi zamanlar emel ile jale vardı.tefalin ürünlerinin kullanıldığı bi yemek ve bilgilendirme programıydı.aletlere bakarak vay bee fln diyip gösterdikleri tüm aletleri birer birer gidip almıştım o gazla çeyizime.:)orda emel her yemek yapışında şunu söylerdi.
-düğmeye basın ve unutun,o size kendini hatırlatır.
aletler akıllıydı hakkatende kendi kendine pişirio ve vakti gelincede sönüolardı.ozaman tefal çok ama çok pahalıydı.yerine birsürü alternatif marka çıktı ki herşey bizi dahada hareketsizleştirmeye yönelik aslında.
bunlardan bana en komik geleni pilav pişirme makinesi ki ozaman o tefal programında bile asla cazip gelemedi bana gelseydi şayet gider alırdım.ama gelmedi çünkü saçma bi alet gözüyle bakıorum şu zamana kadarda bu değişmiş diil.bir diğeride türk kahvesi makinesi.pazarlarda satılan fişe takmalı 1 ytl ye satılan kahve pişiricilerin yerini almaya çalışan 100 ytl lik bu cihazlar bana çok antipatik gelio.böle bişey için onca parayı vermek ve sonucunda lezzetsiz, kahvenin rahiyasını içine veremicek kadar yüksek hızda pişiren bi alete sahip olmak asla hayallerim arasında diil ve olamıcakta.dedim ya saçma ve gereksiz. nitekim yüzlerce yıldan beri gelenek halini alan ve kültürümüzün taaa içine girmiş dibine yerleşmiş olan türk kahvesi kısık ateşte mümkün olduğunca yavaş ve elektronikten olabildiğince uzak pişirilmesi gereken nadide bi içeceğimizdir.boşuna diil yani o guzine yada mangal üstünde pişirilen kahvelere bayılıo ve sonsuz keyifle içio oluşumuz.en güzel kahve en yavaş pişan kahvedir.diğmi?
şu ekmek yapma makinesine gelince.aslında kafama yatmadı diil.ekmek yapmak biraz mleşakkatli bi uğraş gibi gelio.takip ettiğim bloglarda herkes harıl harıl kendi ekmeğini kendi yapıo.oldukça cazip bişi aslında çünkü mis gibi tazecik tek seferde tüketilebilicek envai çeşit ekmek yapabilirsin bu makinayla.ekmek alma yada ekmek bitmiş taze ekmek için fırına gitme gibi dertelerdende yırtmış oluruz.
mesela aklımda zeytinli bi ekmek var.olsaydı böle bi makinam ilk yapıcağım bu olurdu herhalde.işin garibi dün anneme bahsettiğimde abimde eşine bu makinadan almak istiomuş.bi erkeğin buna merak salması ve dikkatini çekmesi hele hele abim gibi bu tip konulara hiç bi yakınlığı olmayan bi adamın bunu dile getirmesi çok ama çok enteresan.sanırım böle gitmicek ve bizim evimizede bi ekmek yapma makinesi giricek gibi.
pazartesi
27 Mayıs 2007 Pazar
güneşli pazarlar
malum film karayip korsanlarının tüm sinema salonlarını ele geçirmesinden dolayı yaklaşık bir sinema salonundaki 4 salondan bahsediorum.durum böyle olunca çok fazla alternatifiniz kalmıo maalesef.geri kalan artıklarla yetinmeniz gerekio.bizde tercihimizi ikili koltuklu olan bir filmden yana kullandık.
CASHBACK nam-ı diger( ZAMANA GÜZELLİK KAT)
filme küçük umutlarla gitmemize rağmen aslında hoş bi film olduğunu düşünüorum.filmdeki zamanı durdurduğu sahnelerde özellikle o yatağa yatış sahnesinin değişikliği ve kar yağarken duran zamandan dolayı havaya asılı kalan kar taneciklerinin arasından koşan kızla çocuğun sahnesi çok güzeldi.kar tanesinin yüzüne değip eridiği sahne.
bu film daha önce kısa film oskarına aday olmuş ama daha sonra uzaltılmış.kısa halini bilmiorum ama bence keyifli bi film.en azından oyuncularına aldanıp gittiğimiz bi çok filme göre çok daha güzel.tavsiye edilir.
filme girmeden önce çok acıkan ben , diette olan ben, menümdeki haşlanmış sosisi bulmakta epeyce zorlanan ben.adam derki;
-hanfendi porsiyon yapmıoruz biz ekmek arası yapıoruz sosisi.
-hııı e kalsın ozaman
sevgilim devreye girer
- e olsun öle yersin içinden çıkartırsın
-saçmalama sosislemi oynucam içinden çıkartarak nasıl yicem çatal yok bişi yok
diyerek mecburen sosis yiyemedim.ama şunu anladımki;diet yapan biri için hayat çok kısıtlı.herşey kalori deposu.herşey soslu, yağlı, şekerli, çukulatalı falanlı filanlı.daha sonrasında bişiler içmeye gittiğimiz dodicide menüde yazan meyve sulu içicek bile tadını anlayamadığım biçimde ve hiç beklemediğim şekilde geldi.içemedim elbette.sanki içinde yığınlarca krema varmış gibi hissettirdi ki bu da benim için vicdan azabı demek oluo.yenilemez içilemezler kara listesine girio yani.yemek derdinide sosis bulamayınca protein yeme gereğini düşününce burger king in delight menülerinden 180 kalorilik tavuklu salatasını yedim yanında yoğurt sosuda hediye.üstelik şaşılıcak derecedede lezzetli idi.
haa bu arada o çok bayılarak aldığım yüksek topuklu kırmızı pabuçlarımıda ilk defa giydim.ohh canıma değsin.bi de güzel yakıştıki sorma gitsin.gerçi ilk kez giyilen ayakkabı vurma azizliğini yaşadım ama olsun.:)
pazar günüde geç bi kararla yapılıcak daha iyi bişey olmadığından sevgilimle buluştuk.güzel ve güneşli bi pazardı.öncesinde bebek sahiline gider uzayıp giden sahilde yürürüz diye düşünürken yine beşiktaş ve civarının kalabalıklığından dolayı yıldız parkına doğru yöneldik.bu noktada yine doğru bi karar vermişliğimizin rahatlığıyla ağaçların uzun gölgelerinde yürüdük.
sonra bi banka oturup kuş gürültülerini dinleyerek birer sigara içtik.ormanın içine dalarak her köşe başında yeşilliklere yayılmış olan çiftelere özenerek kendimize uygun bi ağaç ve düzlük bularak aynısını uyguladık.herşey okadar huzur vericiydiki.yüzünü çevirdiğinde sevgilinin yüzüyle karşılaşmak, daha üstünde bol yapraklı ağaçlar üstünde ötüşen kuşlar,yeşiller sarılar kendi halinde insanlar.uzunca bisüre böle sarılarak oturduk:)ve vakit gelincede kalkıp gittik ama yıldız parkı içimizde kaldı.
şehrin kalabalığından istanbul gibi bi yerde sıyrılmak o kadar güçki; insan tam şehrin göbeğinde böyle bi yerle karşılaşınca şaşırmadan edemio.en azından uzaklaşmak için illede adalara yada başka bi yere gitmek zorunda olmadığımızı anlamış ve tecrübeyle sabitlemiş bulunmaktayız efem...
yaşasın yıldız parkı:)))
22 Mayıs 2007 Salı
öğle yemeği
21 Mayıs 2007 Pazartesi
G-Ü-N-A-Y-D-I-N :)
20 Mayıs 2007 Pazar
bu adanın esprisi nedir???
bügün sevgilimle sandiviçlerimizde alıp heybeliadaya gitmeyi kararlaştırdık.eminönünde buluşmak üzere sözleştik ve buluştukta.buluşma yerine benden önce intikal etmiş olan sevgilim bana msj çekti ben geldim die.normalde asla bunu yapmaz alla alla dedim aramak yerine msj çekio var bi iş.
neyse gittim buluştuk benimkinin sesi çıkmıo.çünkü dün akşam gs - fener maçında sahada bırakmış sesini.moralim çok bozuldu elbette çünkü tüm gün yanımda konuşmayan biri olucaktı.kızdım biraz. çozuk gibisin dedim, hiç yakışıomu dedim fln ama futbol belası başka türlü bişi.evde 2 tane daha erkeğimiz var abim ve babam.gayet iyi bilirim bu yüzden.ne yaş dinler, ne mevkii, ne hastalık.neyse bindik gittik vapurla ama heybeliada fosss bi ada.yapılıcak hiçbişeyin olmadığı --piknikten başka---yemek yenilicek yerin bile en fazla sayı olarak 2 mekan olabiliceği olanlarında yemeklerinin lezzetsiz,özensiz bi sunum içerisinde olduğunuda gözönüne alırsak ki bu da başka bi mekanın olmamasının getirdiği rekabetsizlik ortamından kaynaklanmakta bence.gerçekten gidilemiyecek yerler arasına girdi bizim için.büyükada maceramızla gaza gelip aynı tadı alıcağımız hayalleriyle gitmiştik oysaki..ama dediğim gibi fosss çıktı.
bi kıyas yapmak gerekirse heybeliada daha bakımsız daha küçük daha içine kapanık daha mutsuz bi yer.büyükada ise daha elit daha hareketli daha neşeli renkli ve bakımlı bi yer.sevmedik kısaca heybeliyi.kabataş vapur sefer saatini bile beklemeden direk bostancıya giden motorlardan birine bindik şanseseri.motor vapura göre daha sakindi daha bizbize dizdizeydik.bakırköye gelirken takside uyumuşum biraz sevgilimin omzunda beni seyretmiş o da.çok güzelmişim melek gibi uyuyomuşum.:)
ne hoşş...gelirken yağmur yağmaya başladı.aslında bugün hava olarak tam da evde miskinlik yapılıcak bi hava vardı.basık kasvetli habire yağıp yağıp duran sıkıntılı bi hava.
daha çok yağmur yağsın susuzluk çekmeyelim yazın fln dioruz ama birisi açıklama yapmış istanbulun kış yağmurlarına ihtiyacı var diye.baharda ve yazın yağan yağmurun bi kısmı buharlaşırmış zaten nemden dolayı kalınınıda toprak aç olduğu için emermiş.4 gün üstüste yağmur yağsaymış bile bu ancak bikaç günlük su ihtiyacını karşılarmış.öyleymiş böyleymiş....herşeyi küresel ısınmayla bağdaştıran zihniyet yaşadı ama çook eskilerdede kurak zamanlar olurmuş yağmur dualarına çıkılırmış.hem bazı kaynaklara göre bu yağmursuz zamanlar ibadete yönelme zamanı olarak biliniyo.yani rahmeti yine Allahtan beklemenin ondan istemenin dilemenin ve bunu ibadetle yapmanın tam vaktiymiş.çünkü bilinirki kuraklık biz insanlar için olabilicek en büyük felaketlerden biri.gazetedede okumuştum yağmur duasına çıkıldığına dair.Allah acısın halimize...
haftasonu bitti gitti yine işte.koca bi hafta bizi beklio.umarım herşey yolunda gider.umarım...:)
18 Mayıs 2007 Cuma
UYAN
canım kardeşim bak senin ellerinde hayatımız
uçan kuştaki güzelliği kaybettik hastayız
çok sıkıldım ağlamaktan duymaktan
bu ahlaksız oyunlara devam etmek günah.........
sadece renkler vardı sonra kayboldu onlarda
biz nefes alamadan
ahhhh bu hayat anlamsız bir şaka
herkes bunun farkında
...........................
MOR VE ÖTESİ
16 Mayıs 2007 Çarşamba
BİR İCLAL AYDIN YAZISI.....
Bakarım... İnsanların ellerine bakarım. Sanki bütün ömrünün hikâyesi ellerindedir çünkü. Tırnaklarının biçimi, damarları, parmakları, bilekleri... Eller çok şey anlatır bence ve bu yüzden tırnak yiyen yetişkinler hele ki erkekler çok tedirgin eder beni. Bilgin, bilgiç bir edayla konuşurken elleri yüzlerine gidiyor, üstelik çenelerini kaşıyarak konuşuyorlarsa o an oradan uzaklaşıp başlarım kurulmaya...Konu ne olursa olsun; kuru patlıcan dolması, Çanakkale Boğazı, Felsefenin Temel İlkeleri ya da Bill Gates’in serveti, fark etmez; tırnak yiyen adamın anlattıklarının doğru olup olmadığından şüphe duyarım. Ya da neden bu kadar kendine güvensiz olduğunu çözmeye çalışırım. Öyle ya, bir insan neden tırnak yer? Kendisine ve etrafına bu kadar güvensiz bir adama karşısındakiler nasıl güvenebilir ki? Ruhi bir arızanın ipucu olabilir mi tırnakları yiyip bitirmek? Aslında müthiş bir yetersizlik duygusu mesela? Toplumsal alanda ferdi kıskançlık veya? Dedikoducu bir kimliğin ipucu? Zayıf bir karakterin zayıf noktası? Korkak bir kişilik?Bilemiyorum, belki de hepsi...Kadınların örtbas edebilmesi kolay ama erkekler için ne yazık ki bu çok güç...Üzerindeki çok şık takım elbise fakat parmaklarının tırnak bölümü pembe etli bir politikacıya oy verebileceğimi sanmıyorum mesela.Tınaklarını yiyen bir doktora sağlığımı, tırnak yiyen bir öğretmene çocuğumu, tırnak yiyen bir arkadaşa sırrımı teslim etmem çok zor...
***“Tedirgin edici insanlar” kategorisinde ikinci sıradakiler: İlk karşılaştığınızda elinizin ucunu tutarak tokalaşanlar...Avcunuzun havayla temas ettiği o anda parmak uçlarınıza zoraki dokunan eller ne çok şey anlatır.Problemin tamamen bizde olduğunu düşündürürler. Ellerim mi terliydi? Ter mi kokuyorum? Benden hoşlanmadı mı? Beni beğenmedi mi? Küçümsüyor mu? Olay nedir?..Sonra yüzüne baktığınızda asla kendinizden kaynaklanmayan bir endişeyle karşılaşırsınız. Zoraki bir tebessüm, ite kaka yerleştirilmiş bir kibarlık, sahtelik akan bir selam cümlesi. Ama tamamıyla korkunun hakim olduğu bir matlık vardır.Elinizi gözünüze çarpan ilk kumaş parçasına silmek istersiniz gayri ihtiyari.Oysa tokalaşmayı bilenler başkadır.Karşısındaki eli iyice kavrayan, güçlüce birkaç kez sallayan insan sözsüz, sessiz, sağlıklı bir iletişimin ilk adımını atmıştır bile.
***Üçüncü sırada ise “geçirgenler” var.Kadın erkek fark etmez. Arkadaşınızmış gibi, işte bir şeyinizmiş gibi girerler hayatınıza. Okuldan, ofisten biri, filancanın şeysi olurlar...“N’aber, nasılsın” ın ardından, sohbet arasına kafa yarıcı, gönül kırıcı laflar sıkıştırırlar. Can sıkan, insanı kendisinden şüpheye düşüren, başkasından şüphelenmemize yol açan... “Sence şimdi hoş olmuş mu bu yani?” diye başlayan cümleye... “Gerçi o da geçen gün senin bunu yapamayacağını söyledi.” gibi...“Onunla görüşmekten ne anlıyorsun bilmiyorum, senin klasına uygun biri mi sahi?” “Kaç para verdin sen bu şeye? Allah bilir dünyanın parasını dökmüşsündür.” “Sana bu saçın güzel olduğunu mu söylediler?” “Çok merak ediyorum; sana maaşının ne kadar olduğunu söyledi? Seninkinden çok olduğunu biliyorsun değil mi?” “Geçen hafta seninkini filanca yerde görmüşler, yanında kara kuru kısa bir oğlan varmış, onun kardeşi uzun boyluydu değil mi?” “Valla, herkes senin çok şey olduğunu söylese de ben seni her yerde savunuyorum.” “Seni neden beğenmiyorlar anlamıyorum. Hatta seninle çok sıkı fıkıyım diye çok eleştiriyorlar ama ben yine de seninle birlikte olmayı seviyorum.” gibi sarsak sarımsak cümleleler, hepiniz bilirsiniz işte...
***Bugünkü belgeselimizin kapanış cümlesi:Homo sapiens’in tırnak yiyenlerinden, elinin ucuyla kişiyi öteleyeninden ve laf geçirmeyi seven tavanı da tabanı da zayıf cinslerinden uzak durmakta fayda vardır. Nihayetinde hepsi can sıkar...Canımızı sıkmaya ne gerek var...
İclal Aydın
15 Mayıs 2007 Salı
bende bir resmin var...yüzüme bakmıyor...
DONDURMA SORUNSALI ;-(
14 Mayıs 2007 Pazartesi
tatilll
hee sevgilimle geçiosa bu oran tavan yapabilir gerekirse:)
cumartesi günü herzamanki gibi kendimizi gitmekten kurtaramadığımız bakırköye gittik yine sevgilimle.annelerimize hediyelerimizi aldık çarçabuk.pek kısa sürdü hemde.benim anneme isteği doğrultusunda cep telefonu onun annesinede altın bileklik aldık.cıvık cıvık insan kaynıyodu bakırköyde ve kaçılabilicek en kolay yer yeşilköy sahildi bizim için.böyle kaçış zamanlarında her zaman iyi isabet ediyoruz doğrusu.sanırım herkes bakırköyde alışverişte olduğundan yeşilköy bomboş ve çok sakindi.daha öncede yediğimiz bi balık restaurantına gittik.ama bu sefer üst kata çıktık ki manzaraya karşı sakin sakin huzurlu bi biçimde yayıla yayıla balığımızı yedik.afiyet oldu çok fena...
sonra sevgilimin isviçreden arkadaşı geldi yanımıza ziyarete.onlarlada oturduk birsüre muhabbet ettik ve sonra onlar tiyatroya giderken bizde güzel bi yürüyüşe çıktık sahilde.insan durmadan birbirini özlermi bilmem ama biz birbirimizi habire özlüyoruz işte.neyseki bunu giderdik bol bol.güneş yüzüne doğru yansırken herşey daha bi güzelleşio.ve dört mevsimin içinde bir yaz olduğuna insan durmadan şükrediyo.
az olduğu için güzel bi mevsim çünkü...
sonra eve doğru giderken sevgilimden dondurma istedim o da bana aldı. ama bunu buraya yazmazsam olmaz.resmen dondurmamı benden çok yedi.kendisi hala azıcık yediğini iddia edio ama yalan elbette. bi kere aramızda ağız ebat farkı var yahuuuuu:))eheheh
ve meşhhuuur pazar günümüz.benimde tepem atıktı biraz.diğer günlere nazaran daha asabi ve daha tahammülsüzdüm.başka yerde kalmış olmanın verdiği huzursuz bi uykunun ertesinde anneler günü dolayısıyla annemlere gittim.onlarda ananemin evindeydiler çünkü.sonra hepbirlikte halamlara çıktık.onun evladı olmadığı için her anneler gününde mutlaka bi hediye alır gideriz.orayıda hallettikten sonra bizimkiler tekrar aşağıya mangal yapmaya iniceklerini söyleyince bende sıkıntılı olduğum için eve gidiceğimi söyledim.okeyleştikten sonra ben yola çıktım onlarda güya ananemlere gittiler.neyse ben eve gittim hani evde yalnız başıma kalıcam biraz kafa dinlicem banyo yapıcam otururum tv karşısına miskinlik yaparım fln diye hayaller kurarken eve bi geldim bi de ne göriyim??????????
annemler abimlerle birlikte bizdeler.ama nasıl sinirlerim bozuldu anlatamam.hayallerimin yıkılmasına ve şiddetle yalnız kalma ihtiyacımın içine edilmesinemi yoksa onca yolu birlikte gelmek varken beni almadan eve gelmelerinemi???
neye kızıyım bilemedim.vurdum kapıları söylendim söylendim söylendim....
daha fazla hırslanmamak içide abimlerle birlikte PRAKTİKER'e alışverişe gittim.bişiler aldıktan sonra hemen aşağısında METRO grossmarket var.orayada uğrayalım dedik. ama normalde oraya kartın varsa girebiliyosun.bizim kartımız yoktu ve olmadanda giremiyeceğimizi biliyoduk.fakat bu insanlar nasıl bir politika takip ediyolarsa içeriye gezmek için dahi giremiosunuz.sebep şu:kartınız yok.şimdi benim anlamadığım bişey var.metro kartımın olması bana ne kazandırıo.hiçbişey....ekstradan verdiği hiçbişey yok...sadece içeriye girebilmek için lazım bu kart ve fatura kesiminde gerekli bilgiler içerio.vergi dairesi ve no su gibi.fakat başka biç bi anlamı olmayan bu kartı içeriye girerken yanınızda getirmek zorundasınız.aksi halde onlardan alışveriş yapmanızı istemiyolar.yani basitçe paranızla rezil oluyosunuz.bizi içeriye almayınca bi sinirle çıktık ordan ve cidden hırs yaptım.niye almıolar ve bu nasıl saçma bir uygulamadır böyle.saçmasapan hemde. ürünlerine bakmak bile yasak yani düşünün.kabus gibiler ama biz bunu kendimize yediremediğimizdenşu andan itibaren METRO kartına sahip bulunmaktayız:)yaşasınnnn!!!!!!!!
ve yine herzamanki gibi bir haftasonunu daha yemiş oldum... bu yazıyıda pazartesi gibi iğrenç bi günün akşamında yazıorum ki belki vakit geçer diye.
eh işte biraz geçmiş gibi geldi
hoşçakalalımmm
mucize
13 Mayıs 2007 Pazar
11 Mayıs 2007 Cuma
10 Mayıs 2007 Perşembe
sen giderken
9 Mayıs 2007 Çarşamba
vay canına!!!!!!! bitti sonunda ..............
Jerome David Salinger'in kimi yerde Çavdar Tarlasında Çocuklar kimi yerde Gönülçelen diye geçen kitabını aslında çok beğenerek okuduğumu söyleyemem.o amerikanvariliği çeviri yapan kişinin çok net biçimde seçtiği kelimelerde anlatması dışında gerçektende başarılı bulunan ve Salinger'in tek eseri!!!(araştırdım başka kitaplarıda var) olduğu söylenen kitabı büyük bi gayretle okudum.gayretle diyorum çünkü çok vasat buldum...
kendini sürekli olarak yineleyen cümlelerle dolu bir büyümeye çalışma halini anlatıyordu.sözü geçen kitapta Holden adlı 16 yaş bunalımındaki çocuğun ki zaten hikayede ona ait,nerdeyse ardarda tekrarlanan hani nekadar çok kullanmış diye saysam ciddi bi rakamın çıkıcağı cümle ve kelimeler şöyle:
vay canına.....vay canına.... vay canına......
lanet kitap...
lanet okul...
lanet para...
lanet bavul...
lanet bizim sally...
lanet bizim jane...........................
çok daha başarılı kitaplar okumuş biri olarak kitaptan çok hazetmediğimi söylemeliyim.hatta öyle bi döneme geldimki hani sevgilim hediye etmemiş olsa belkide ilk defa bir kitabı yarıda öylecene bırakıcaktım...
bilemiyorum.bu benim fikrim...tüm dünyanın başarılı bulmuş olması o kitabı benim nazarımda süper yapmaz sonuçta.insanın beklentisi olur kitap okurken hele hele sevdiğiniz biri verdiyse yada tavsiye ettiyse mutlaka oku diye.
ama ben pek sevemedim doğrusu...belkide bu kitabı daha genç yaşlarda okusaydım mesela yaş bunalımlarıma denk gelen bi vakitte daha çok keyif alabilirdim....belkide sakatlık bendedir ha...vay canına kendimi sakat gibi hissediorum..vay canına lanet bi kızım ben lanet........:)(Salinger'den)
çok kitaptan bahsettik kitap satın alasım geldi:)
breakfast at güneşli's :) :) :)
8 Mayıs 2007 Salı
ölüm
insan doğar ölmez o suçla
orada o küçük çocukla kalan
ağlar hayatın yalnızlığına....
sevdiğimin sevdiklerinden biri yokoluo yavaş yavaş.insan şaşıo ölüme.o koskoca bedenin nasıl küçüçük bi habise yenildiğine anlam veremio.gözümün önünde şahit oldum üstelik yıllar önce nasıl elini ayağını çektiğine bu fani dünyadan.hayat acımasızmı fazlaca? hayır diil.birileri gidio birileri gelio.ve hiçbizaman hakettiğine inanılmıo gitmek zorunda olan kişinin.
ölüm bir garip durum.düşünmenin bi adım ötesine geçilemio.nasıl birşey olduğuna dair bilgimiz yok üstelik,ölüpte dirilen olmadı dünya denilen koca mahallede.
düşünüyorum.yalnızlıktan başka hiçbirşey değildir ölüm diyorum.hani hiç başımıza gelmicek gibi yaşar halimiz var ya.durmadan tükettiğimiz,acımasızca kırdığımız kızdığımız üzdüğümüz herkes; en sevdiklerimiz bi gün belkide ansızın bir halden diğerine geçicekler.buna ne kadar hazırım yada hazırlanılırmı bilmiorum.
bana nabzımdan daha yakın olan ölüm...
bir hayatın sergilendiği son perde...ölüm...
bir yokoluşun başlangıcı...ölüm...
sevinç çığlıklarıyla hayata atılan adımın gözyaşları içinde uğurlanışı.
ölüm 4 küçük harfli dev bir kelime.en pembe tonuyla bile yazıldığında karanlığından çıkamıcak kadarda siyah.
allahım kimsenin sevdiğini kimseden almasın dilerim.ve her nerede varsa deva bekleyen şifası çabuk gelsin umarım...
zira yapılıcak çok iş var,görülücek birsürü güzel şey,çocukların büyüdüğünü görmek,torunlarını sevmek ve hatta torunun çocuğunu görebilicek kadar şanslı olmak var hayatta...
geçen sene dudak kanseri olan sevgili dedeciğimin ameliyatı olmadan önce demiştiki:
torunumun çocuğunuda gördüm yaşım 75 bundan gayrısı boş artık.daha gam etmem demişti.allahım izin verdide devam edio yoluna.ömrü uzun olsun...
sevdiklerimizden daha uzunca bir süre ayrılmamız dileğiyle...........
İNANÇ
Arthur Ashe buna şu cevabı verdi:
Tüm dünyada…50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,
5 milyon tenis oynamayı öğrenir,
500,000 profesyonel tenisi öğrenir,
50,000 yarışmalara girer,
5,000 büyük turnuvalara erişir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'ü yarı finale,
2'si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya "Neden ben?" diye hiç sormadım.
Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya "Niye ben?" mi demeliyim?Mutluluk insanı tatlı yaparZorluklar güçlü yapar,Hüzün ise insan yapar,Yenilgi mütevazı yapar,
Başarı insanı ışıldatırAma yalnız Tanrı yolumuza devam etmemizi sağlar.Tanrı'ya asla "Niye ben?" diye sormayın… Ne olacaksa olacak… O'nun kendine has usulleri vardır…
İnancınızı koruyun...
7 Mayıs 2007 Pazartesi
6 Mayıs 2007 Pazar
hıdırellez
hatırlıyorumda;küçükken ananemin hala varolan ama ozamanlar çok daha şenlikli olan bahçesinde ateş yakardık ve üstünden atlardık.sabah ezanıyla Hızır A.S 'ın uğruyacağı ve dileklerimizi gerçekleştiriceği düşünülerek gün doğmadan toprağa dilekte bulunulan şeylerin temsili birer resmi çizilirdi.mesela ev isteyen ev resmi, araba isteyen araba, koca isteyen cinaliyi :) çizerdi.olup olmadığına dair çok fazla kanıt olmasada benim bildiğim bir tane var.
mesela ben küçükken ananem bahçeye süt koyarmış hıdırellez akşamı ve sabaha taze yoğurt olmuş biçimde alırmış.bilen bilir sütü yoğurda dönüştürmek için mayalamanız gerekir.yani süt durduk yerde yoğurda dönüşmez.
ortanca teyzem hala küçük heycanlarını kaybetmeyen biri olarak geçen sene yine ananemin bahçesine bize sormadan bizim adımıza şekiller çizmiş.benim için mesela bi cinali çizmiş ve bunu bana daha sonra söledi.dediki:
-tuğba ben sana uzun boylu bi adam çizdim görsen selvi gibi bak görürsün seneye kadar Allah'ın izniyle bu iş olur teyzem demişti dersin dedi...
aklıma yeni geldi.düşündümde sevgilim selvi gibi maşallah:)
teyzemi gördüğümde söylücem.ahhh teyze sen demiştin dicem.:))
4 Mayıs 2007 Cuma
liba hanım harika:)
3 Mayıs 2007 Perşembe
CANIM'a...
dün akşam canımı gördüm.iş çıkışında buluştuk.kısa ve dar bi vakittede olsa çok güzeldi bence.sevgi doluydu herzamanki gibi.beraber akşam yemeğimizi yedik semtimizin elverdiği kadarıyla.ben sezar salata yedim,o kıyma soslu makarna.yanyanaydık ya aslında hiç bi önemi yok nerde olduğumuzun ne yediğimizin ya da.onu görmek beni rahatlatıyo.her nekadar ayrlırken zorluk çeksemde onuda tutup elinden bize götürmek istesemde şimdilik bununla yetinmek zorunda olmakta kafi.yanımda ve yakınımda ya.bu benim için çok özel ve öenmli.bir sabah erken kalkıp kahvaltıya gidicez.günün en erken saatlerinde görücem onu.karşılıklı peynir zeytin alışverişlerinde bulunucaz:)ve güne çok daha zinde başlıcaz buna eminim.az evvel konuştum."benim sana çok ihtiyacım var biliomusun"dedi.bir varlığa ihtiyaç duyucak kadar aşık olmak...muhtaç olmak birine.sevilmeye değil illede onun sevgisine,sevmesine.bu da çok özel duygu.çünkü başka hiçkimseye hissedilemiyecek duygular bunlar.özel kılmasıda bu yüzden zaten.birbirimize sonsuza dek sürücek bi ihtiyaç halindeyiz.ona yazmıştım "ben bir bütünsem eğer;bu bütünü oluşturan en büyük parçada sensin" diye.biz beraberliğimiz süresince hep yekpare olan bi çiftiz.ve onsuz bi hayat düşünmüyorum.onu çok seviyorum...
seni çok seviyorum...
2 Mayıs 2007 Çarşamba
sevgi
aslında "pırıl pırıl bir aklın eksilmeyen ışığı" nı izlemek için harika bi gün.yani eternal sunshine of the spotless'i.
oturmuşsun evinde yanında en sevdiğin ve sadece birer kahve eşliğinde yada kimbilir şekerli tarçınlı bi kaç kurabiye refakatinde herkesin kendi dünyasında tasavvur ettiği yorumlarla filmin seyrine dalmak dalarken düşünmek -acaba ben napardım? diye...
yağmur sesleri dışardan gelmez bu esnada.çünkü usul usul yağıyor kendisi.hissettirmeden...öyleki, öyle içten içe kimseye belli etmeden yağar göklerdeki.
ne güzeldir bir bahar yağmurunu ıslanmadan izlemek sevdiğin bi mekanda.ve yağmurdan sonraki damlaların aksi cama vuran...toprakla bütünleşmesinin kokusu.sevinç çığlıkları gizli aslında tüm o çimen kokusunda.ahh toprağa sorsan ne memnun ne mesut hayatından.beklediği gelmiş,sevdiği gelmiş çook uzaklardan...
bi zamanlar bi hikaye dolanırdı etrafta.çiçeğin suya hasretiyle ilgili.çiçek oradadır su da yanında.ama su vermez çiçeğe en ihtiyacı olduğu şeyi.suyu...
yataklara düşer çiçek.tabib çağırır su çiçeğe.tabib başı önde vaziyetinden hoşnutsuz kızar gibi konuşur çiçeğe
su...
çiçek susuz kalmış...
kimse sevdiğini susuz bırakmasın.hayat yemek içmek nefes almaktan ibaret değil çünkü.sevgi gibi yüce bir duygu var.insanı insan yapan kalbinde barındırmayanı insanlıktan çıkartan.
umarım benim içinde ve herkes içinde kollarınızı açtığınızda sevginizi göstermek için
hani "beni ne kadar seviyorsun"dendiğinde
en geriye kadar açıp kollarınızı ama olmuo seni bundan daha fazla sevioyorum.dünyalar kadar uzay kadar sonsuz kadar demek nasip olur.
ben şimdi o kollarımı kocaman açıp seni işte bukadar seviyorum demenin yetmiyeceği kişinin yanına gidiorum.biriciğime...
SEVGİ,KOLLARIN DAİMA AÇIK DURUŞUDUR.SEVGİ İÇİN KOLLARINIZI KAPATIRSANIZ,KENDİNİZ DIŞINDA TUTACAK HİÇ BİRŞEYİNİZİN KALMADIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ...
DUDAK PAYI
Çay bardağında
Bırakılan dudak payı
Kadar bile
Uzak kalamam
Gözlerine
Yakın olsun isterim
Ellerime ellerin
Yanındaki beton binaya
Yaslanması gibi
Köhne bir evin
Seni bir çivi
Gibi çaktım
Çünkü beynime
Ve toplayıp bütün kerpetenleri
Attım denize
(Sunay Akın)