31 Mayıs 2007 Perşembe

baydınız artık!!!




İKİ CAMBAZ BİR İPTE OYNAMA
BİR İPTE BİRSÜRÜ CAMBAZ
HİLEBAZ,MADRABAZ,KUMARBAZ...
İKİ CAMBAZ BİR İPTE OYNAMAZ
BİR İPTE BİRSÜRÜ CAMBAZ.
ATEŞBAZ,İŞVEBAZ,HOKKABAZ
İP NİYE KOPMAZ???;
ZAMPOK EYİN Pİ???............(satır cambazlığı)


sanırım içinde bulunduğumuz politik duruma en uygun hal bu.etrafımızda birsürü cambaz ve herkes hünerlerini göstermek için birbirini ezme çabasında.milletini üzerinde cambazlık yapabiliceği bir ip gibi gören zihniyetin kökü kurusun artık.bir daha dirilmemek üzere yokolsunlar.ve hak yerini bulsun lütfen.diliyorumki belkide ilk defa milletin dediği istediği arzuladığı olur.yeter artık!!!
milletin yüzüne gülüp tek amacı kendi şahsi rantları olan insanlardan çocuklar bile usandı artık.herbiri birer joker gibi.dudaklarıyla gözleri arasındaki çelikiyi gördüğüm an korktuğum jokerler gibiler.
hepsinden nefret ediorum.hele hele kavak ağaçları gibi yıllardır koltuk sevdasına kök salanlanlardan,konuşmayı bilmeyen 2 kelime arasında duraklayan yalancı riyakar ikiyüzlü politikacılardan daha çok nefret ediorum.
millet bıktı artık hepinizden.yeter artık!!!




mesaj(esradan) BAZEN.........


Bazen en büyük öfkeyi en çok sevdiklerimize duyarız.Bazen en yakınlarımız acıtır canımızı.Bazen en tutkulu aşkla bağlı olduğumuzdan en vahşi intikamı almak ister kendi duygularımızdan bile kuşkuya düşeriz.Bazen sevdiğimiz kuşkulandırır bizi.Sevgiyi,aşkı,mutluluğu saf ve lekesiz bi biçimde ele geçirmeyi başaramayız.

Hayat bütün izlerin birbirine karıştığı ürkütücü bir ormana benzer.Bazen böyle zamanlarda bir ses, bir işaret, bir yardım ararız.Yaşadıklarımızı ve bize yaşatılanları anlayabilmek için; bizim yaşadıklarımızı başka yaşayanlarda var mı merak ederiz....

29 Mayıs 2007 Salı

tavuklu bişiler olsun yap, şöle ortaya be yaa



ya bu kentaki amca var ya.işte bu adam zamanın birinde bigün böle bi tavuk parçaları yapmış.yiyen bayılmış,yiyen bayılmış.taaa bugüne kadar gelmiş ecnebinin damağındaki tat.

şimdi bu beyaz saçlı, güleç yüzlü amcanın tavuk parçalarını hele hele hemen yanıbaşında elinizin üstünde olduğu o biscuit denilen tereyağlı poçadan bozma ekmeğide beraberinde yiyen bir insan evladı birdaha yemek için mutlaka bu amcanın mekanına uğrayacaktır.

allahım!!! açlıktanmıdır yoksa sevgilimin bu öğlen finger tavuk yedim demesindenmidir,aklımızda bu senaryoyu büyütüp taaa kentakiye kadar gelişimizdenmidir bilmem aşırı derecede canım bu enfes tavuk kanatlarını çekio.

hele o poça gibi olan ekmeği.ah ah ah.yanında mayanozü ketçabı biraz şanslıysan acı sosu kolası patatesiyle 10500 kcal olan bu harikulada menüyü hayalimde mideme indirdiğimi düşünüorum.

hayal bu ya yediğim hiçbişeyde kilo yapmadan rahaat rahaat üstüne gloriaya gidip white chocolatte mocha mı alıorum.yanında bol kakaolu çukulatalı kremli karamelli şantili bi pasta yiyorum ve hayretki yine banamısın demiorum.

şimdi şayet diette olmasam bile pasta fazla geliceğinden hayalimin bu kısmına bi parça daha müdahele ederek sünger gibi bi midem olduğunu ve yemeği yer yemez sindirime geçebilicek yapıda olduğunu hayal ediorum ki sonradan yediğim pasta hazımsızlık yaratmasın.

aslında insan hayalinde herşeyi ama herşeyi yiyebilir sevgili dostlar.önemli olan buna konsantre olmak aslında.hem böylece endişeyede mahal yok.yemek teklif edenlerede

-ıhh az önce götürdüm koca bi menüyü karnım tok benim sen ye

bile diyebiliriz

herşey beyinde bitio şekerim aaa..toksun işte gözün aç senin gözün.


28 Mayıs 2007 Pazartesi

çocukluk (anneee hufff oldu)


gökyüzüne baktim.

bir sürü yildiz.

bir tanesi kaysa diye bekledim.

hepsi yerinde durdu.

'basarili' olmayi dileyemedim.

masal eskiyor kerevette

mürüvvet takili bahar

ay saklandi

gece saklambaç oynuyor

gece süsleniyor

yanlizligina

yorgun zampara yürek

oyun bitti

bir çocuk unuttu

körebe.
minik yeğenim hayatının ilk darbelerini alıo dizlerinden.düşüp düşüp kalkıo inadına.kah ağlıo kah önemsemio çok acırsa acıtan yeri elleriyle dövüp hırsını alıo sonrada annesine doğru koşarak ---huffff anne ufff dio.
her iki dizide kabuk bağlamaya yüz tutucak kadar yara almış.hayatın acılarla dolu olduğunu öğrenmeye başlayalı çok oldu.önce dişlerinden çekmeye başladı.uzun süreli kaşıntılar ağrılar huzursuzluklar salyalar...derken emeklemeye başladı ve sonrasında yürümeye.yürürken habire düşmekten biçok yeri darbe aldı.yürümeyi öğrendiğini zannettiği anda birdenbire koşmaya başlayıncada yaralarına yeni yaralar katıldı.ve şimdi artık sokağa çıkarak alıo yaralarını.beton zemine düşerek, kolunu bacağını parklardaki demirlere çarparak.ve yaşı daha 1 buçuk.
dün akşam yemek yerken ellerini ayaklarını nereye koyucağını bilemez bi halde nereyi karıştırsam bakışlarıyla bakarken gördüm dizlerini.bant yapıştıralım dedi bizimkiler.ahhh dedim dizleri kabuk bağlamaya başladı bile.çook yaramaz bi çocuk olucak hemde çoook.
ne derler:soydur çeker....babası neydiki oğlu ne olucak. her seferinde --bu çocuk çok yaramaz anne yaa diye dert yanan abime annemin söylediği cümle bu.
-sen yaramaz görmemişsin.sen ondan bin kata daha fazla yaramazdın.ee okadarcık olur, soydur çeker ...der
abiminde zor bi ergenliği oldu.babamla sürekli fikir çatışmasına giren abim sık sık eve gelmez arkadaşlarıyla takılırdı üst mahallede. sigara içtiği için çok üzülürdüm.yaz günleri babamın işyerinde çalışan abime dükkanı emanet ettiğinde daha babam köşeyi döner dönmez kapısına kilidi vurup top oynamaya gidermiş.bi hata yapıp babamla karşı karşı geldiklerinde daha babam bişi demeden ağlamaya başlarmış ki karşı komşumuz ömer abi kapıya gelirmiş yapma fadıl abi olsun gençtir dövme dermiş.halbuki abim numaradan bağırıo.uzunca bi zaman abimin bu oyunları yüzünden adının başına artist geldi.artist ersen oldu yıllarca.....iyi rol kestiğininden herhalde:)
şimdi 32 yaşında koca bir adam.evlendi çocuğuda oldu.o günler hiç yokmuş gibi son derece aklı başında.şu delikanlılık dedikleri zor bişi hakkaten. bizzat şahit oldum çünkü ben....

misss gibi ekmekler.......

dün beşiktaştan döndükten sonra semtimize yakın bi banka şubesine doğru yürüdüm.herkesin bildiği evkur, evdiz, evyap tarzı yerlerden birinde bi bayan mağazanın önünde bi aleti tanıtıodu.benimde bu aralar merak saldığım bi alet bu.
ekmek yapma makinesi.
kız ekmek yerine bu sefer kek yaptığını söylerken önünde durma mecburiyeti hissettim.nitekim kek pek nefis kokuodu.izlemeye başladım ve kızın keki kabından çıkartmaya çalışmasını izledim.kek binbir güçlükle çıktı.çünkü sıcakken hiçbişey kabından çıkartılmaz.bi parça beklemeniz gerek bunu herkes bilio.bıçak darbeleriyle kız keki çıkardı ve benim gibi meraklı bakışlarla duran kalabalığa dağıttı.kek nefisti.fiyatını sordum.150 ytl imiş.ve 3 saat içinde enfes bir ekmek ile keki çıkartabiliomuş.üstelik malzemeyi karıştırmaya yada mayalamaya uğraşmamıza gerek yokmuş.kendi karıştırıp kendi bekleterek mayalayıp kendi pişiriomuş.tembel işi yani.




bi zamanlar emel ile jale vardı.tefalin ürünlerinin kullanıldığı bi yemek ve bilgilendirme programıydı.aletlere bakarak vay bee fln diyip gösterdikleri tüm aletleri birer birer gidip almıştım o gazla çeyizime.:)orda emel her yemek yapışında şunu söylerdi.
-düğmeye basın ve unutun,o size kendini hatırlatır.
aletler akıllıydı hakkatende kendi kendine pişirio ve vakti gelincede sönüolardı.ozaman tefal çok ama çok pahalıydı.yerine birsürü alternatif marka çıktı ki herşey bizi dahada hareketsizleştirmeye yönelik aslında.
bunlardan bana en komik geleni pilav pişirme makinesi ki ozaman o tefal programında bile asla cazip gelemedi bana gelseydi şayet gider alırdım.ama gelmedi çünkü saçma bi alet gözüyle bakıorum şu zamana kadarda bu değişmiş diil.bir diğeride türk kahvesi makinesi.pazarlarda satılan fişe takmalı 1 ytl ye satılan kahve pişiricilerin yerini almaya çalışan 100 ytl lik bu cihazlar bana çok antipatik gelio.böle bişey için onca parayı vermek ve sonucunda lezzetsiz, kahvenin rahiyasını içine veremicek kadar yüksek hızda pişiren bi alete sahip olmak asla hayallerim arasında diil ve olamıcakta.dedim ya saçma ve gereksiz. nitekim yüzlerce yıldan beri gelenek halini alan ve kültürümüzün taaa içine girmiş dibine yerleşmiş olan türk kahvesi kısık ateşte mümkün olduğunca yavaş ve elektronikten olabildiğince uzak pişirilmesi gereken nadide bi içeceğimizdir.boşuna diil yani o guzine yada mangal üstünde pişirilen kahvelere bayılıo ve sonsuz keyifle içio oluşumuz.en güzel kahve en yavaş pişan kahvedir.diğmi?


şu ekmek yapma makinesine gelince.aslında kafama yatmadı diil.ekmek yapmak biraz mleşakkatli bi uğraş gibi gelio.takip ettiğim bloglarda herkes harıl harıl kendi ekmeğini kendi yapıo.oldukça cazip bişi aslında çünkü mis gibi tazecik tek seferde tüketilebilicek envai çeşit ekmek yapabilirsin bu makinayla.ekmek alma yada ekmek bitmiş taze ekmek için fırına gitme gibi dertelerdende yırtmış oluruz.


mesela aklımda zeytinli bi ekmek var.olsaydı böle bi makinam ilk yapıcağım bu olurdu herhalde.işin garibi dün anneme bahsettiğimde abimde eşine bu makinadan almak istiomuş.bi erkeğin buna merak salması ve dikkatini çekmesi hele hele abim gibi bu tip konulara hiç bi yakınlığı olmayan bi adamın bunu dile getirmesi çok ama çok enteresan.sanırım böle gitmicek ve bizim evimizede bi ekmek yapma makinesi giricek gibi.



pazartesi


ufffffff.çok sıkıcı bir pazartesi günü.onca güzel geçen haftasonuna rağmen yazıcak iyi bişeyler bulma derdindeyim.al işte sana tipik bir pazartesi sendromu.kafam bi dünya aklım başka yerlerde ruhum gökyüzüne kadar tırmanmış bana nispet yapıo.pazartesileri yarım gün olmalı aslında hani haftaya alışma açısından.diğer günler varsın tüm gün olsun. insan pek umursamıo.en azından bünye bunu kaldırıo.ama pazartesileri öylemi ya.

haftasonları çok güzel geçio iyi hoş da; dinlenme zamanı olmaktan ziyade sadece insanın istediği şeyleri yapabildiği zaman dilimine bürünüo.dinlenmek,şööle sabahtan akşama miskinlik yaparak bedeni oluruna bırakmak hakgetire...haftasonları çok uzun zamandır dinleceden ziyade eğlence artık.

dinlenmekten kastım uzanmak boylu boyunca.hiçbişey düşünmeden,tüm kaygılardan ve zincir halini almış soru işaretlerinden uzakta sadece yemek içmek ve yatmaktan ibaret olan bi hayat.işte budur dinlenmek.beyin dinlenmesi birazda bu.konsantre olup aslında herşey çok fazla yolundaymış gibi davranıp,beyni kandırıp ona kısa süreli bir şaka yada jest yapıp ölecene bitki pozisyonu almak.arada fotosentez için bi efor sarfediceksin illaki tabii ama en azından minimum düzeyde olucaktır bu hareket.

ahh tempo tempo tempo diyen şu küçük neşeli kızlar.ve ardında forte forte diyen yine aynı kızlar...anlatmak istedikleri şeyi bi bilseydim keşke.bunu dinlemeye bile gücüm yok bugün yaa.:(öğlen menumüzde haşlama yumurta yemek zorunluluğuda iştahımı kapatıo her aklıma geldiğinde.yemek yemektense yememeyi aç kalmayı tercih edicem nerdeyse.midem bulanıo....
bugün nasıl geçer?nasıl geçer? nasıl? geçer ......mi?????





27 Mayıs 2007 Pazar

güneşli pazarlar

şimdi artık eminizki yaz geldi.hemde tüm hızıyla...bu aralar sevgilimle gezgin ruhumuzu bi kenara bırakarak çıkıoruz haftasonları dışarı.dolayısıyla vıcık vıcık şehrin içine, kalabalığın tam ortasına düşmek zorundayız.benim için bu vıcıklıkta başı çeken mekan BAKIRKÖY dür.bir cumartesi günü hemde hava nemden nefes aldırmıosa,ipini kopartan hadi bi de bakırköye uğrayalım dediyse...bu durumda yapılıcak en akıllıca iş en yakın sakin yere koşar adımlarla kaçmaktır. carouselde bu kalabalıktan nasibini alıncada bize tek çıkar yol galeria kaldı.gittik.sevgilim sinemaya gitme fikrini ortaya atınca mecbur vizyondaki filmlere bakındık.

malum film karayip korsanlarının tüm sinema salonlarını ele geçirmesinden dolayı yaklaşık bir sinema salonundaki 4 salondan bahsediorum.durum böyle olunca çok fazla alternatifiniz kalmıo maalesef.geri kalan artıklarla yetinmeniz gerekio.bizde tercihimizi ikili koltuklu olan bir filmden yana kullandık.



CASHBACK nam-ı diger( ZAMANA GÜZELLİK KAT)








filme küçük umutlarla gitmemize rağmen aslında hoş bi film olduğunu düşünüorum.filmdeki zamanı durdurduğu sahnelerde özellikle o yatağa yatış sahnesinin değişikliği ve kar yağarken duran zamandan dolayı havaya asılı kalan kar taneciklerinin arasından koşan kızla çocuğun sahnesi çok güzeldi.kar tanesinin yüzüne değip eridiği sahne.



bu film daha önce kısa film oskarına aday olmuş ama daha sonra uzaltılmış.kısa halini bilmiorum ama bence keyifli bi film.en azından oyuncularına aldanıp gittiğimiz bi çok filme göre çok daha güzel.tavsiye edilir.



filme girmeden önce çok acıkan ben , diette olan ben, menümdeki haşlanmış sosisi bulmakta epeyce zorlanan ben.adam derki;



-hanfendi porsiyon yapmıoruz biz ekmek arası yapıoruz sosisi.



-hııı e kalsın ozaman



sevgilim devreye girer



- e olsun öle yersin içinden çıkartırsın



-saçmalama sosislemi oynucam içinden çıkartarak nasıl yicem çatal yok bişi yok



diyerek mecburen sosis yiyemedim.ama şunu anladımki;diet yapan biri için hayat çok kısıtlı.herşey kalori deposu.herşey soslu, yağlı, şekerli, çukulatalı falanlı filanlı.daha sonrasında bişiler içmeye gittiğimiz dodicide menüde yazan meyve sulu içicek bile tadını anlayamadığım biçimde ve hiç beklemediğim şekilde geldi.içemedim elbette.sanki içinde yığınlarca krema varmış gibi hissettirdi ki bu da benim için vicdan azabı demek oluo.yenilemez içilemezler kara listesine girio yani.yemek derdinide sosis bulamayınca protein yeme gereğini düşününce burger king in delight menülerinden 180 kalorilik tavuklu salatasını yedim yanında yoğurt sosuda hediye.üstelik şaşılıcak derecedede lezzetli idi.



haa bu arada o çok bayılarak aldığım yüksek topuklu kırmızı pabuçlarımıda ilk defa giydim.ohh canıma değsin.bi de güzel yakıştıki sorma gitsin.gerçi ilk kez giyilen ayakkabı vurma azizliğini yaşadım ama olsun.:)



pazar günüde geç bi kararla yapılıcak daha iyi bişey olmadığından sevgilimle buluştuk.güzel ve güneşli bi pazardı.öncesinde bebek sahiline gider uzayıp giden sahilde yürürüz diye düşünürken yine beşiktaş ve civarının kalabalıklığından dolayı yıldız parkına doğru yöneldik.bu noktada yine doğru bi karar vermişliğimizin rahatlığıyla ağaçların uzun gölgelerinde yürüdük.







sonra bi banka oturup kuş gürültülerini dinleyerek birer sigara içtik.ormanın içine dalarak her köşe başında yeşilliklere yayılmış olan çiftelere özenerek kendimize uygun bi ağaç ve düzlük bularak aynısını uyguladık.herşey okadar huzur vericiydiki.yüzünü çevirdiğinde sevgilinin yüzüyle karşılaşmak, daha üstünde bol yapraklı ağaçlar üstünde ötüşen kuşlar,yeşiller sarılar kendi halinde insanlar.uzunca bisüre böle sarılarak oturduk:)ve vakit gelincede kalkıp gittik ama yıldız parkı içimizde kaldı.


şehrin kalabalığından istanbul gibi bi yerde sıyrılmak o kadar güçki; insan tam şehrin göbeğinde böyle bi yerle karşılaşınca şaşırmadan edemio.en azından uzaklaşmak için illede adalara yada başka bi yere gitmek zorunda olmadığımızı anlamış ve tecrübeyle sabitlemiş bulunmaktayız efem...


yaşasın yıldız parkı:)))



22 Mayıs 2007 Salı

öğle yemeği

bugün aniden verdiğim bi kararlar öğle yemeğimi sevgilimle yedim.kısa bir süreliğine semtimize yakın bi yerde çalışmakta olan sevgilimle bi kaçamak yapıp birlikte yemek yedik.ben simit ayran yedim (diet menümde bu vardı) o da tavuk şinitzel yedi.kısada olsa görüştük.görüştükte ben dişçiye gidicem diye bi yalan uydurunca ve o kadar kısa vakitte işe dönemiyeceğim için ne yapıcağımı bilemedim.kalktım bende eve gittim:)insanın evi gibi yok şekerim.hani kürkçü dükkanı misali yine kendimi evde buldum.biraz oyalandıktan ve bi türk filmine takıldıktan sonra malum yere yine geri döndüm.şu an işteyim.keşke gelmeseydim boş boş oturuorum ve bu yazıyı yazıorum.gerçekten salaklık ettim.aptal ben aptal!!!

21 Mayıs 2007 Pazartesi

G-Ü-N-A-Y-D-I-N :)


sanki sonbahar gelmiş gibi.onuda seviyorum tmm ama henüz ilki yaşamadan sona geçmekde nerden çıktı?yağmayan ama herdaim yağabilirim modunda bir hava bu.hani şu günlerde hep su sıkıntısından bahsedioruz ya bu sıkıntıyı bize dikte etmeye çalışan zihniyeti anlayabilmiş diilim.yağmur yağan sokakları tekrar yıkayan,yağmur suyuyla yeterince su ihtiyacını karşılamış olan bitkileri yeşillikleri akşamüstü yeniden büyük bi su sarfiyatıyla sulanması,bulunduğum semtte hala ısrarla foşur foşur halı yıkanması ve bunun denetiminin sağlanamaması.zaten oldum olası halı yıkayan zihniyetide anlamam.evlerini b..k götürüodur kokudan içeriye giremezsiniz ama mutlaka halılarını ya çırparlar sopalarla yada mutlaka yıkarlar.hangi hassasiyetin ürünüdür bilinmez ama temizlik anlayışları halıyla sınırlı olduğu kesindir.tabii bu bir genelleme diil herkes böyle diil.onlar kendini bilio.!!!

bugün güne herzamankinden erken başladım.7 de uyanınca sevgilime jest yaptım ve aradım.hep o beni uyandırıyodu bu sefer de ben onu uyandırmak istedim ama o zaten uyanmıştı:)

yolda gelirken aklımda hep ezginin günlüğü vardı.onun şarkılarını mırıldanırken buluodum hep kendimi gelir gelmez açtım son albümünü dargınmıyız'ı...

dinliyorum...bir dilim kepek ekmek üzeri light kalper yarım salatalık ve 2 bardak çay eşliğinde.

gelecek mutlu günlerin eşliğinde....

20 Mayıs 2007 Pazar

bu adanın esprisi nedir???

birsüre deniz aşırı yolculuklar yapmaya ara verdik.en azından adalara bi süre ara verdik.
bügün sevgilimle sandiviçlerimizde alıp heybeliadaya gitmeyi kararlaştırdık.eminönünde buluşmak üzere sözleştik ve buluştukta.buluşma yerine benden önce intikal etmiş olan sevgilim bana msj çekti ben geldim die.normalde asla bunu yapmaz alla alla dedim aramak yerine msj çekio var bi iş.
neyse gittim buluştuk benimkinin sesi çıkmıo.çünkü dün akşam gs - fener maçında sahada bırakmış sesini.moralim çok bozuldu elbette çünkü tüm gün yanımda konuşmayan biri olucaktı.kızdım biraz. çozuk gibisin dedim, hiç yakışıomu dedim fln ama futbol belası başka türlü bişi.evde 2 tane daha erkeğimiz var abim ve babam.gayet iyi bilirim bu yüzden.ne yaş dinler, ne mevkii, ne hastalık.neyse bindik gittik vapurla ama heybeliada fosss bi ada.yapılıcak hiçbişeyin olmadığı --piknikten başka---yemek yenilicek yerin bile en fazla sayı olarak 2 mekan olabiliceği olanlarında yemeklerinin lezzetsiz,özensiz bi sunum içerisinde olduğunuda gözönüne alırsak ki bu da başka bi mekanın olmamasının getirdiği rekabetsizlik ortamından kaynaklanmakta bence.gerçekten gidilemiyecek yerler arasına girdi bizim için.büyükada maceramızla gaza gelip aynı tadı alıcağımız hayalleriyle gitmiştik oysaki..ama dediğim gibi fosss çıktı.
bi kıyas yapmak gerekirse heybeliada daha bakımsız daha küçük daha içine kapanık daha mutsuz bi yer.büyükada ise daha elit daha hareketli daha neşeli renkli ve bakımlı bi yer.sevmedik kısaca heybeliyi.kabataş vapur sefer saatini bile beklemeden direk bostancıya giden motorlardan birine bindik şanseseri.motor vapura göre daha sakindi daha bizbize dizdizeydik.bakırköye gelirken takside uyumuşum biraz sevgilimin omzunda beni seyretmiş o da.çok güzelmişim melek gibi uyuyomuşum.:)
ne hoşş...gelirken yağmur yağmaya başladı.aslında bugün hava olarak tam da evde miskinlik yapılıcak bi hava vardı.basık kasvetli habire yağıp yağıp duran sıkıntılı bi hava.
daha çok yağmur yağsın susuzluk çekmeyelim yazın fln dioruz ama birisi açıklama yapmış istanbulun kış yağmurlarına ihtiyacı var diye.baharda ve yazın yağan yağmurun bi kısmı buharlaşırmış zaten nemden dolayı kalınınıda toprak aç olduğu için emermiş.4 gün üstüste yağmur yağsaymış bile bu ancak bikaç günlük su ihtiyacını karşılarmış.öyleymiş böyleymiş....herşeyi küresel ısınmayla bağdaştıran zihniyet yaşadı ama çook eskilerdede kurak zamanlar olurmuş yağmur dualarına çıkılırmış.hem bazı kaynaklara göre bu yağmursuz zamanlar ibadete yönelme zamanı olarak biliniyo.yani rahmeti yine Allahtan beklemenin ondan istemenin dilemenin ve bunu ibadetle yapmanın tam vaktiymiş.çünkü bilinirki kuraklık biz insanlar için olabilicek en büyük felaketlerden biri.gazetedede okumuştum yağmur duasına çıkıldığına dair.Allah acısın halimize...
haftasonu bitti gitti yine işte.koca bi hafta bizi beklio.umarım herşey yolunda gider.umarım...:)

18 Mayıs 2007 Cuma

UYAN


canım kardeşim bak senin ellerinde hayatımız
uçan kuştaki güzelliği kaybettik hastayız
çok sıkıldım ağlamaktan duymaktan
bu ahlaksız oyunlara devam etmek günah.........

sadece renkler vardı sonra kayboldu onlarda
biz nefes alamadan
ahhhh bu hayat anlamsız bir şaka
herkes bunun farkında
...........................
MOR VE ÖTESİ

16 Mayıs 2007 Çarşamba

BİR İCLAL AYDIN YAZISI.....

Tırnak yiyen erkekler...
Bakarım... İnsanların ellerine bakarım. Sanki bütün ömrünün hikâyesi ellerindedir çünkü. Tırnaklarının biçimi, damarları, parmakları, bilekleri... Eller çok şey anlatır bence ve bu yüzden tırnak yiyen yetişkinler hele ki erkekler çok tedirgin eder beni. Bilgin, bilgiç bir edayla konuşurken elleri yüzlerine gidiyor, üstelik çenelerini kaşıyarak konuşuyorlarsa o an oradan uzaklaşıp başlarım kurulmaya...Konu ne olursa olsun; kuru patlıcan dolması, Çanakkale Boğazı, Felsefenin Temel İlkeleri ya da Bill Gates’in serveti, fark etmez; tırnak yiyen adamın anlattıklarının doğru olup olmadığından şüphe duyarım. Ya da neden bu kadar kendine güvensiz olduğunu çözmeye çalışırım. Öyle ya, bir insan neden tırnak yer? Kendisine ve etrafına bu kadar güvensiz bir adama karşısındakiler nasıl güvenebilir ki? Ruhi bir arızanın ipucu olabilir mi tırnakları yiyip bitirmek? Aslında müthiş bir yetersizlik duygusu mesela? Toplumsal alanda ferdi kıskançlık veya? Dedikoducu bir kimliğin ipucu? Zayıf bir karakterin zayıf noktası? Korkak bir kişilik?Bilemiyorum, belki de hepsi...Kadınların örtbas edebilmesi kolay ama erkekler için ne yazık ki bu çok güç...Üzerindeki çok şık takım elbise fakat parmaklarının tırnak bölümü pembe etli bir politikacıya oy verebileceğimi sanmıyorum mesela.Tınaklarını yiyen bir doktora sağlığımı, tırnak yiyen bir öğretmene çocuğumu, tırnak yiyen bir arkadaşa sırrımı teslim etmem çok zor...
***“Tedirgin edici insanlar” kategorisinde ikinci sıradakiler: İlk karşılaştığınızda elinizin ucunu tutarak tokalaşanlar...Avcunuzun havayla temas ettiği o anda parmak uçlarınıza zoraki dokunan eller ne çok şey anlatır.Problemin tamamen bizde olduğunu düşündürürler. Ellerim mi terliydi? Ter mi kokuyorum? Benden hoşlanmadı mı? Beni beğenmedi mi? Küçümsüyor mu? Olay nedir?..Sonra yüzüne baktığınızda asla kendinizden kaynaklanmayan bir endişeyle karşılaşırsınız. Zoraki bir tebessüm, ite kaka yerleştirilmiş bir kibarlık, sahtelik akan bir selam cümlesi. Ama tamamıyla korkunun hakim olduğu bir matlık vardır.Elinizi gözünüze çarpan ilk kumaş parçasına silmek istersiniz gayri ihtiyari.Oysa tokalaşmayı bilenler başkadır.Karşısındaki eli iyice kavrayan, güçlüce birkaç kez sallayan insan sözsüz, sessiz, sağlıklı bir iletişimin ilk adımını atmıştır bile.
***Üçüncü sırada ise “geçirgenler” var.Kadın erkek fark etmez. Arkadaşınızmış gibi, işte bir şeyinizmiş gibi girerler hayatınıza. Okuldan, ofisten biri, filancanın şeysi olurlar...“N’aber, nasılsın” ın ardından, sohbet arasına kafa yarıcı, gönül kırıcı laflar sıkıştırırlar. Can sıkan, insanı kendisinden şüpheye düşüren, başkasından şüphelenmemize yol açan... “Sence şimdi hoş olmuş mu bu yani?” diye başlayan cümleye... “Gerçi o da geçen gün senin bunu yapamayacağını söyledi.” gibi...“Onunla görüşmekten ne anlıyorsun bilmiyorum, senin klasına uygun biri mi sahi?” “Kaç para verdin sen bu şeye? Allah bilir dünyanın parasını dökmüşsündür.” “Sana bu saçın güzel olduğunu mu söylediler?” “Çok merak ediyorum; sana maaşının ne kadar olduğunu söyledi? Seninkinden çok olduğunu biliyorsun değil mi?” “Geçen hafta seninkini filanca yerde görmüşler, yanında kara kuru kısa bir oğlan varmış, onun kardeşi uzun boyluydu değil mi?” “Valla, herkes senin çok şey olduğunu söylese de ben seni her yerde savunuyorum.” “Seni neden beğenmiyorlar anlamıyorum. Hatta seninle çok sıkı fıkıyım diye çok eleştiriyorlar ama ben yine de seninle birlikte olmayı seviyorum.” gibi sarsak sarımsak cümleleler, hepiniz bilirsiniz işte...
***Bugünkü belgeselimizin kapanış cümlesi:Homo sapiens’in tırnak yiyenlerinden, elinin ucuyla kişiyi öteleyeninden ve laf geçirmeyi seven tavanı da tabanı da zayıf cinslerinden uzak durmakta fayda vardır. Nihayetinde hepsi can sıkar...Canımızı sıkmaya ne gerek var...
İclal Aydın

15 Mayıs 2007 Salı

bende bir resmin var...yüzüme bakmıyor...


içim burgu burgu oldu bi anda.özlediklerimdenmi hatırladıklarımdanmıdır bilmem ama böle kendi kendine karışan bi yumak gibi içim.

bende bir resmin var...yüzüme bakmıyor...

dinlediğim,baktığım,düşündüğüm herşey içimdeki kabuğu bi biçimde kaldırıp kanatıosa hala geçmemiş yeterince demektir.

eskiden resimleri,yazıları ve sabitlenmiş herşeyi yokettiğimde söylenmiş ve işlenmiş kelimelerinde ,cümlelerinde ,anılarında,an'larında bitip yokolup uçup gidiceğini ve hatta hiç yaşanmamış sayılabiliceğine inanırdım.tüm bunları bi anda yapmışlığım bu yüzdendir.yokedersem onları hayatımdanda uzaklaşmış olucaklardı.tabiiki aklımdaki hesap kalbimdeki hesaba uymadı hem de uzunca bir müddet...

tonlarca resim yırttım,çok beğendiklerimi yonttum ama sonra baktıkça güzel günleri hatırlatıo diye onlarıda yırttım.geriye hiçbişey kalmadığını düşündüm.hatta en son bi mektup yazmıştı bana ayrıldıktan sonra...

-kapından söktüğün resimlerde geçirdiğimiz günlerin hepsi gerçekti.oralardan çıkarıp atmak yeticekmi kalbindende söküp atmana...?demişti

bense:

-bi yerden başlamam gerekti bende bunu başlangıç olarak seçtim...demiştim...

üzerinden 4 sene geçti.başka hayatlara daldık.ölürüm diyenler ölmedi,yaşayamam diyenler yaşamaya devam etti,ve nefes alamayanlarda öle.

hayatımın en uzun ve zorlu koşusu gibiydi hemde hedefim olmadan...insan her yeni güne umutla başladığında,yeni insanlar tanıyıp ve hatta onlara karşı gönül bağı kurduğunda bişeylerin eskidiğine şahit oluo.bu şekilde yaratılmışız çok şükürki;parmağımız kesildiği andan itibaren hücreler yenilenmeye başlıo ve kendi kendini hiçbişey yapmadan tedavi edio.ve tabiiki herşey gibi bunun içinde sabır ve zaman gerekio...

zaman...

ucu bucağı görünmeyen derinliği belirsiz bir okyanus gibi...

zamanki içindeyken geçmek bilmeyen geçtikten sonrada nasıl geçtiğini anlayamadığımız bir olgu...

ama anladımki zaman; duyguları eskitirken insanıda yaşlandırıo.unutmanın bedelidir belkide bu.

unuturken ömründen gidendir zaman....
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün
ATTİLA İLHAN

DONDURMA SORUNSALI ;-(












yani birşey hem bukadar lezzetli hemde bukadar tehlike arzedebilirmi?? benim için evet.her daim şişmemesine dikkat etmem gereken bademciklere sahibim.sıcaktan soğuğa yada tam tersi geçişlerde mutlaka bi boğaz ağrısı yaşıyorum.kendi yöntenlerimle, antibiyotiğe başvurmadan adaçayı, boğaz spreyi gibi yardımcılarla geçiriyorum ama eminim hiçbişey yapmasam anında şişicek.nedir bunun sorunu bilmiorum.ayrıca genetik olarakta zaten bir bademciğim diğerinden daha büyük.dolayısıyla yutma sorunumda var.öle kocaman dana gibi yiyecekleri tek hamlede yutamam.inat yapıp yutmaya çalıştım farzedelim bu seferde boğuluveririm ki geçmişte örenekleri vardır.mesele bigün teyzemlerdeyiz ben henüz okullu, saçları 2 yandan at kuyruğu yapılan, küçük bi ilkokul kızıyım.o gün okul çıkışı teyzemlere gelmişiz.kuzenimle evde top oynuyoruz, annemlerde ciğer kızartıyolar akşam yemeğine.o yılların meşhur dizilerinden hani seyretmesen olmaz yalan rüzgarı başlayınca onlar tv odasına biz ise oynamaya devam ettik.benim bu erkek kuzenim cabbardır.ikide birde mutfağa gidip ciğer kaçırmaya başladı.daha önce hiç ciğer kaçırma girişiminde bulunmamış olan ben de özenip ciğeri kaçırdım, ağzıma attım, tam gizliden yuttum dedimki ıhhhh hayır yutamadım.koskoca ciğer boğaz deliğimi tıkadı kaldı.nefes alamamaya başladım haliylen ve morardım.benim hırıltılarıma annemler koştu.hatırladığım sahne şudur ki o şok haliyle hemde ölümün ne demek olduğundan bi haber yaştayken dolayısıyla noluuo yaa modundayım.annemle teyzem beni anlayamadığım biçinde tuvalete sokup ters çevirdiler ve sallamaya başladılar.hayır sallanma kısmını anlayabiliorum o sarsıntıyla ciğer dışarı fırlar diye düşünüolarki çıktıda (hala bu yazıyı yazabildiğime göre ciğersiz yaşamıma devam etmiş oluorum :))anlamadığım şey nie ille tuvalete soktular beni.hani boğazımdan düşen ciğer etrafı pisletmesin derdindelermiydiler acaba.bunu bi türlü anlayamadım ama o daracık alaturka tuvalette ters biçimde sallandığımı çok net hatırlıyorum.o günden sonrada uzunca bi zaman hiçbişey kaçıramadım mutfaktan.korktum çünkü..heheyyyt şimdi ölemi ya..ne istersem yiyebilirim lakin soğuk olmamak kaydıyla.haftasonu yapılan bi dondurma hevesi boğazımın azizliğiyle sonuçlandı.şimdi gelsin yeşil çay gitsin adaçay.ooof offff.

ha bi de bu boğazla alakalı daha daha küçükken yürümeyi henüz daha yeni öğrenmişken gene boğazıma bişey takılmış gene aynı hikaye morarmaya başlamışım nefessizlikten zahar:)ne yapıcağını bilemeyen ve acemi olan annem beni kaptığı gibi apartmanın en yaşlı, bilge kişisine üst kattaki teyzeye götürmüş.teyze demiş tuğba boğuluo.teyze suratıma bakmış ben gülüorum.sanırım son gaz yukarıya çıkışımız hoşuma gitmiş.o hızla yukarı çıkarken beni belimden kavrayan annem bilmeden boğazımdaki şeyin dışarı çıkmasına sebebiyet vermiş.teyze bakmışki ben gülüorum kızım o düşmüş sen yukarı çıkana kadar demiş.komik iştee...

daha bisürü şey var bununla ilgili.zaman zaman hep yaşarım bu boğazda takılı kalma mevzuularını.hele hele kılçıklarla başım dertte.onlardan biri yanlışlıkla boğazımdan geçip yutmaya kalkarsam daha işin başında psikolojik olarak boğulucağımı düşünürüm.

4 -5 ay kadar önce malum boğaz ağrısı sebebiyle ailece gittiğimiz doktora annem:

-doktor bey kızımın boğazı çok küçük napabiliriz ?

diyince çok ama çok utandım.annesiz biyere gidemeyen ve derdini söyleyemen koca bi bebek gibi doktor bey bu kızın boğazı pek küçük....doktor amcası kızımızın boğazı pek minik hep bişi kalıo boğazında.oyoyoyo pekde tatlıymış aç bakiim ağzını fln formatında bi haldiki sormayın gitsin.çok utandım çünkü doktorum bana anatomi dersi vermeye kalktı annem sayesinde.tüm boğazımı bademciklerimi ağız boşluğumdan ağız mukozasına kadar herşeyi önce tıbbi bi kameraya kaydetti sonrada aldı eline cetveli anneme, bana, babama işte şurası şudur bu işe yarar bak bu acıo dediğin yer gördünmü bak hiçbişey yok.bence tamamen psikolojik ağrıo gibi gibi tamamen 10 yaş sınırı modunda erkenden alınmasına karar verilmiş bioloji dersinde gibiydik.

bişi diyemiosun tabii adam kaptırmış kendini anlatıo.gerçi ondan sonra hakkaten ilaçsız fln geçti boğazım.komik!!!! insan psikolojiside oldukça mühimmiş bunu anladım...


14 Mayıs 2007 Pazartesi

tatilll

işte yine çabucak geçen keyifli haftasonlarımdan birini daha yedim ve bitti.gerçi benim için haftasonu tatili sadece cumartesi günü demek.pazarları yapılan eylemlerin minimum seviyede keyif vermesinden dolayı bi sonraki günün haftanın başı olması sebebide eklenince iyice tatsızlaşan bir zaman dilimi olmaktan çıkamayan bi gündür işte.PAZAR...
hee sevgilimle geçiosa bu oran tavan yapabilir gerekirse:)
cumartesi günü herzamanki gibi kendimizi gitmekten kurtaramadığımız bakırköye gittik yine sevgilimle.annelerimize hediyelerimizi aldık çarçabuk.pek kısa sürdü hemde.benim anneme isteği doğrultusunda cep telefonu onun annesinede altın bileklik aldık.cıvık cıvık insan kaynıyodu bakırköyde ve kaçılabilicek en kolay yer yeşilköy sahildi bizim için.böyle kaçış zamanlarında her zaman iyi isabet ediyoruz doğrusu.sanırım herkes bakırköyde alışverişte olduğundan yeşilköy bomboş ve çok sakindi.daha öncede yediğimiz bi balık restaurantına gittik.ama bu sefer üst kata çıktık ki manzaraya karşı sakin sakin huzurlu bi biçimde yayıla yayıla balığımızı yedik.afiyet oldu çok fena...
sonra sevgilimin isviçreden arkadaşı geldi yanımıza ziyarete.onlarlada oturduk birsüre muhabbet ettik ve sonra onlar tiyatroya giderken bizde güzel bi yürüyüşe çıktık sahilde.insan durmadan birbirini özlermi bilmem ama biz birbirimizi habire özlüyoruz işte.neyseki bunu giderdik bol bol.güneş yüzüne doğru yansırken herşey daha bi güzelleşio.ve dört mevsimin içinde bir yaz olduğuna insan durmadan şükrediyo.
az olduğu için güzel bi mevsim çünkü...
sonra eve doğru giderken sevgilimden dondurma istedim o da bana aldı. ama bunu buraya yazmazsam olmaz.resmen dondurmamı benden çok yedi.kendisi hala azıcık yediğini iddia edio ama yalan elbette. bi kere aramızda ağız ebat farkı var yahuuuuu:))eheheh



ve meşhhuuur pazar günümüz.benimde tepem atıktı biraz.diğer günlere nazaran daha asabi ve daha tahammülsüzdüm.başka yerde kalmış olmanın verdiği huzursuz bi uykunun ertesinde anneler günü dolayısıyla annemlere gittim.onlarda ananemin evindeydiler çünkü.sonra hepbirlikte halamlara çıktık.onun evladı olmadığı için her anneler gününde mutlaka bi hediye alır gideriz.orayıda hallettikten sonra bizimkiler tekrar aşağıya mangal yapmaya iniceklerini söyleyince bende sıkıntılı olduğum için eve gidiceğimi söyledim.okeyleştikten sonra ben yola çıktım onlarda güya ananemlere gittiler.neyse ben eve gittim hani evde yalnız başıma kalıcam biraz kafa dinlicem banyo yapıcam otururum tv karşısına miskinlik yaparım fln diye hayaller kurarken eve bi geldim bi de ne göriyim??????????
annemler abimlerle birlikte bizdeler.ama nasıl sinirlerim bozuldu anlatamam.hayallerimin yıkılmasına ve şiddetle yalnız kalma ihtiyacımın içine edilmesinemi yoksa onca yolu birlikte gelmek varken beni almadan eve gelmelerinemi???
neye kızıyım bilemedim.vurdum kapıları söylendim söylendim söylendim....
daha fazla hırslanmamak içide abimlerle birlikte PRAKTİKER'e alışverişe gittim.bişiler aldıktan sonra hemen aşağısında METRO grossmarket var.orayada uğrayalım dedik. ama normalde oraya kartın varsa girebiliyosun.bizim kartımız yoktu ve olmadanda giremiyeceğimizi biliyoduk.fakat bu insanlar nasıl bir politika takip ediyolarsa içeriye gezmek için dahi giremiosunuz.sebep şu:kartınız yok.şimdi benim anlamadığım bişey var.metro kartımın olması bana ne kazandırıo.hiçbişey....ekstradan verdiği hiçbişey yok...sadece içeriye girebilmek için lazım bu kart ve fatura kesiminde gerekli bilgiler içerio.vergi dairesi ve no su gibi.fakat başka biç bi anlamı olmayan bu kartı içeriye girerken yanınızda getirmek zorundasınız.aksi halde onlardan alışveriş yapmanızı istemiyolar.yani basitçe paranızla rezil oluyosunuz.bizi içeriye almayınca bi sinirle çıktık ordan ve cidden hırs yaptım.niye almıolar ve bu nasıl saçma bir uygulamadır böyle.saçmasapan hemde. ürünlerine bakmak bile yasak yani düşünün.kabus gibiler ama biz bunu kendimize yediremediğimizdenşu andan itibaren METRO kartına sahip bulunmaktayız:)yaşasınnnn!!!!!!!!
ve yine herzamanki gibi bir haftasonunu daha yemiş oldum... bu yazıyıda pazartesi gibi iğrenç bi günün akşamında yazıorum ki belki vakit geçer diye.

eh işte biraz geçmiş gibi geldi
hoşçakalalımmm



mucize


İki tane topu, dusmeden havada donduren sovmeni dakikalarca alkisliyordu insanlar.Ama gokyuzune bakipta milyarlarca yildizin boslukta hic dusmeden oylece asili durmasi dikkatlerini cekmiyordu nedense...

13 Mayıs 2007 Pazar

şampiyon fenerbahçeeeeeeee


ŞAMPİYON FENERBAHÇE
:):)

11 Mayıs 2007 Cuma

arda


benim fındık kurdum bu akşam bize gelio.yaşasınnnn.:)

10 Mayıs 2007 Perşembe

sen giderken


GİDERKEN (ÇUKUR)

Bilerek mi yanına
almadın giderken
başının yastıkta
bıraktığı
çukuru

Güveniyordum
oysa ben sevgimize
vapur iskelesi
ya da tren istasyonundaki
saatin doğruluğu kadar

Beni senin gibi
bir de annem terketmişti
ki göbeğimde durur
onun yokluğundan
bana kalan
çukur

........

(Sunay Akın)

9 Mayıs 2007 Çarşamba

vay canına!!!!!!! bitti sonunda ..............

02.11.2006 da ilk tanışma günümüzde sevgilimin tuğba'ma diye not yazıp altına imza attığı bir kitap var.birbirimizi tanımak adına yaptığımız sohbetlerden bazıları kitaplar üstüneydi elbette.ben eskiden daha sık kitap okuyabilen ve asla yarıda kitap bırakmayan biri olarak yaklaşık 4 aydır süründürdüğüm bir kitaptı ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR. www.kitapyurdu.com'dan satın al
Jerome David Salinger'in kimi yerde Çavdar Tarlasında Çocuklar kimi yerde Gönülçelen diye geçen kitabını aslında çok beğenerek okuduğumu söyleyemem.o amerikanvariliği çeviri yapan kişinin çok net biçimde seçtiği kelimelerde anlatması dışında gerçektende başarılı bulunan ve Salinger'in tek eseri!!!(araştırdım başka kitaplarıda var) olduğu söylenen kitabı büyük bi gayretle okudum.gayretle diyorum çünkü çok vasat buldum...
kendini sürekli olarak yineleyen cümlelerle dolu bir büyümeye çalışma halini anlatıyordu.sözü geçen kitapta Holden adlı 16 yaş bunalımındaki çocuğun ki zaten hikayede ona ait,nerdeyse ardarda tekrarlanan hani nekadar çok kullanmış diye saysam ciddi bi rakamın çıkıcağı cümle ve kelimeler şöyle:
vay canına.....vay canına.... vay canına......
lanet kitap...
lanet okul...
lanet para...
lanet bavul...
lanet bizim sally...
lanet bizim jane...........................

çok daha başarılı kitaplar okumuş biri olarak kitaptan çok hazetmediğimi söylemeliyim.hatta öyle bi döneme geldimki hani sevgilim hediye etmemiş olsa belkide ilk defa bir kitabı yarıda öylecene bırakıcaktım...
bilemiyorum.bu benim fikrim...tüm dünyanın başarılı bulmuş olması o kitabı benim nazarımda süper yapmaz sonuçta.insanın beklentisi olur kitap okurken hele hele sevdiğiniz biri verdiyse yada tavsiye ettiyse mutlaka oku diye.
ama ben pek sevemedim doğrusu...belkide bu kitabı daha genç yaşlarda okusaydım mesela yaş bunalımlarıma denk gelen bi vakitte daha çok keyif alabilirdim....belkide sakatlık bendedir ha...vay canına kendimi sakat gibi hissediorum..vay canına lanet bi kızım ben lanet........:)(Salinger'den)
çok kitaptan bahsettik kitap satın alasım geldi:)

breakfast at güneşli's :) :) :)



işte bu uzun geçicek bir güne başlamanın en lezzetli yolu.


sevgiliyle erken saatlerde henüz gözlerimiz açılmadan,uykulu uykulu,çipil çipil bi halde kahvaltı yapmak.


uykulardan çalınan birer saatin acısı en güzel bu şekilde çıkabilirdi bence.hafif bi sabah kahvaltısıyla.


diette olduğumdan beri poça börek işlerine uzun zamandır sırtımı döndüğüm için artık genelde daha sağlıklı daha yenilmesi gereken vücudumuzun ihtiyaç duyduğu ve güne hazırlamamızda yardımcı olucak yiyecekler yemeye başladım dolayısıyla.


zaten diet demek zayıflamaktan ziyade sağlıklı beslenme demek.ama en sağlıklı beslenme şekli hem bünyeyi doğru yiyeceklerle doyurmak, hemde ruhu doğru kişiyle beslemek.nihayetinde o da bi canlı.hemde bedenden bin kat daha mühim bi canlı...ruhun gıdası aşktan geçer...


e hal böyle olunca, güne en sevdiğim kişiyle başlayınca değmeyin keyfime.keşke bunu her gün gerçekleştirebilsek ve hergün kendimi böyle güzel hissetsem.

güzel bi başlangıçtı.umarım günümde böyle güzel devam eder.

fakat sabahtan beri burnumda bir koku var.hani bir kafeye girince insanın burnuna birsürü değişik kahve kokusu karışımı gelir ya.işte öle bişi.türk kahvesinimi özledim.yoo hayır.haa ewt granül amerikan kahvesini özledim ama su tuttuğu için ve arınmaya yönelik bi diet uyguladığım için onuda içmiorum.az evvelde kahve dünyasının kahvelerine baktım ve cidden canım çekti.bu kahve kokusu cidden baştan çıkartıcı.hani bi reklam vardı jacops monarch'ın.kadın bi fincan kahve yapıo.pencerenin önüne gelio.fincandan birer damla parmağının ucuyla alıp kulak arkalarına parfüm gibi sürüo.ve üst kata davet çıkıo...

güzel bi tasvirdi kesinlikle.ahhh konuştukça içimden kahve kokuları yükselio.ama canım ençok mocha istio.white chocolatte mocha....



8 Mayıs 2007 Salı

ölüm

kör noktalar vardır hayatta
insan doğar ölmez o suçla
orada o küçük çocukla kalan
ağlar hayatın yalnızlığına....

sevdiğimin sevdiklerinden biri yokoluo yavaş yavaş.insan şaşıo ölüme.o koskoca bedenin nasıl küçüçük bi habise yenildiğine anlam veremio.gözümün önünde şahit oldum üstelik yıllar önce nasıl elini ayağını çektiğine bu fani dünyadan.hayat acımasızmı fazlaca? hayır diil.birileri gidio birileri gelio.ve hiçbizaman hakettiğine inanılmıo gitmek zorunda olan kişinin.
ölüm bir garip durum.düşünmenin bi adım ötesine geçilemio.nasıl birşey olduğuna dair bilgimiz yok üstelik,ölüpte dirilen olmadı dünya denilen koca mahallede.
düşünüyorum.yalnızlıktan başka hiçbirşey değildir ölüm diyorum.hani hiç başımıza gelmicek gibi yaşar halimiz var ya.durmadan tükettiğimiz,acımasızca kırdığımız kızdığımız üzdüğümüz herkes; en sevdiklerimiz bi gün belkide ansızın bir halden diğerine geçicekler.buna ne kadar hazırım yada hazırlanılırmı bilmiorum.
bana nabzımdan daha yakın olan ölüm...
bir hayatın sergilendiği son perde...ölüm...
bir yokoluşun başlangıcı...ölüm...
sevinç çığlıklarıyla hayata atılan adımın gözyaşları içinde uğurlanışı.
ölüm 4 küçük harfli dev bir kelime.en pembe tonuyla bile yazıldığında karanlığından çıkamıcak kadarda siyah.
allahım kimsenin sevdiğini kimseden almasın dilerim.ve her nerede varsa deva bekleyen şifası çabuk gelsin umarım...
zira yapılıcak çok iş var,görülücek birsürü güzel şey,çocukların büyüdüğünü görmek,torunlarını sevmek ve hatta torunun çocuğunu görebilicek kadar şanslı olmak var hayatta...
geçen sene dudak kanseri olan sevgili dedeciğimin ameliyatı olmadan önce demiştiki:
torunumun çocuğunuda gördüm yaşım 75 bundan gayrısı boş artık.daha gam etmem demişti.allahım izin verdide devam edio yoluna.ömrü uzun olsun...
sevdiklerimizden daha uzunca bir süre ayrılmamız dileğiyle...........


İNANÇ

Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den ölmekteydi. Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:"Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"
Arthur Ashe buna şu cevabı verdi:
Tüm dünyada…50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,
5 milyon tenis oynamayı öğrenir,
500,000 profesyonel tenisi öğrenir,
50,000 yarışmalara girer,
5,000 büyük turnuvalara erişir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'ü yarı finale,
2'si finale kalır.

Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı'ya "Neden ben?" diye hiç sormadım.

Ve bugün sancı çekerken, Tanrı'ya "Niye ben?" mi demeliyim?Mutluluk insanı tatlı yaparZorluklar güçlü yapar,Hüzün ise insan yapar,Yenilgi mütevazı yapar,
Başarı insanı ışıldatırAma yalnız Tanrı yolumuza devam etmemizi sağlar.Tanrı'ya asla "Niye ben?" diye sormayın… Ne olacaksa olacak… O'nun kendine has usulleri vardır…

İnancınızı koruyun...

7 Mayıs 2007 Pazartesi


dünkü nişandan kalma saçıma bakıyorum.mmm bu saç bana yakıştı oldukçada beğeni topladı.başka bir organizasyonda yinelenebilir.roma bilmemnesi adıda.hatırla sevgilideki esas kıza benzio saçımın bugünkü modeli.

vasat bi pazartesi.daha iyi nasıl geçirilebilir bilmiorum.zeynep depresyona girdi en sonunda.kalan ışığınıda kaybetti nihayet.benimse içimdeki şarkı bitmedi ama değişti.hapşuu

hergün aynı saatlerde hapşuran biriyim ben.ve günde mutlaka 4 kere hapşururum.sebebi hakkında bilgim yok.

işyerimde barındırdığım kitaplardan uzun zamandır elimde olan sonuna yaklaştığım ama vasatlığından dolayı okumamakta direndiğim bir kitap.

Ahmet Altan--En Uzun Gece............

çok methettilerde aldım.yoksa ahmet altan okuyucusu diilim.ama üyesi olduğum mail grubunda bu şahsın yazılarını yayınlarlar.sanki hepsi tek bir kitabın ürünü gibi hep ama hep aynı.işin diğer kısmı ise;mutlaka bi ahlaksız hareket mevcut kitaplarında.mutlaka aldatan ve aldanılan tipler mevcut.ve bi okadar aldattığı kişiye aşık...ikilemler ,sürekli vuku bulan gelgitler,çelişkiler, bla bla....

cumartesi ana-kız günü ilan edip bi güzel keyif yaptık annemle.önce dişçiye gittimki o meşhuuur ön diş problemim nihayetlendi.(çoook şükür)

sonrasında bakırköy pazarına gidip meyve sebze aldık.olmamış süt inciri aldık mesela reçel yapmak için ki annem yapmaya başladığında bugün bile hala evimizden gitmeyen enfesss bi koku yaymaya başladı.gerçekten muhteşem bi kokusu var.sonrasında küçük çapta bi kaç alışveriş derken annemi cilt bakımına götürdüm.liba hanıma...çok iyi anlaştılar ve annem ona menekşe yollucağına dair söz verdi.liba hanım çiçeklere çok düşkünde.e bi çiçek sapığı olan annemide bulunca ortak konuşulan tek konu çiçekler oldu haliyle.bişeyler yedikten sonra eve gittik.ve koca bi cumartesi akşamını istediğim gibi evde kendi başıma geçirdim.

pazar günü geç yapılan içinde haşlanmış yumurtanında olabildiği bi kahvaltıdan sonra önce sporumu yaptım sonra banyo ve diğer temizliklerimi.sonra harika bi meyveli yoğurt yapıp tüm aile öğlen yeöeği niyetine yedik.böyle yayıla yayıla telaştan uzak ohh dedim ya.sonra da kuaföre gittik annemle çünkü akşam sevgilimin yakın arkadaşının nişanı vardı.saçımı o roma bilmemnesinden yaptırdım ve gayet hoş oldu.sevgilimin özellikle istediği elbiseyide giyince tam süper oldum.bi kez daha birbirmize çok yakıştığımıza dair güzel sözler işittik ve buna çok sevindik.sonuçta umursamasakta başkalarının düşünceleri herzaman etkileyicidir.nişana gelince.tek kelimeile kötüydü.nişandan çok 80 yıllarındaki diskoda gibiydik.garipti.hiç öylesini görmemiştim eh bu da ilk oldu işte.ne diyelim mutlulukları daim olsun,allah tamamına erdirsin.
dün gecede çok aksiyon macera türü bir rüya gördüm.sevgilim bi parça şehrazat bir parça dünkü nişan katkılı bilinçaltı bi rüya olduğunu söyledi..hıh...halt etmiş.rüyamda resmen tecavüz için kaçırıldım eli silahlı adamlar tarafından kuşatılarak hemde.beni attılar pis kokulu iğrenç bi yere.ordan kaçmaya fln çalışırkende sevgilim hiiimenim,süpermenimm gelip beni kurtardı güçlü kollarıyla.valla ya.tam anlattığım gibi oldu yani.üstelik rüyam yarımda kalmadı.biz kavuştuk birbirimize,ben kurtulmuş oldum ve koşarak uzaklaştık olay mahalinden.yalanmı söylüoruz burda alla ala yaa

vee bugün.sevgili patronumuz moskovodan döndü.dolayısıyla bi hareket oluştu şirkette.ama bugün zaman akmıo.havada sabaha göre çok sıkıcı basık mutsuz heran ağladı ağlıcak gibi,hüzünlü.halbuki ayşe abla terasa masa çıkartmış üsünede yeni örtü almış.orda yemek yemeyi hayal ediodum ama maalesef mümkün olmadı...bari bi güzel parça dinleyelim...

6 Mayıs 2007 Pazar

hıdırellez

sanki artık o da eskiden varolan ama sonradan kaybettiğimiz değerler arasına girmiş gibi.

hatırlıyorumda;küçükken ananemin hala varolan ama ozamanlar çok daha şenlikli olan bahçesinde ateş yakardık ve üstünden atlardık.sabah ezanıyla Hızır A.S 'ın uğruyacağı ve dileklerimizi gerçekleştiriceği düşünülerek gün doğmadan toprağa dilekte bulunulan şeylerin temsili birer resmi çizilirdi.mesela ev isteyen ev resmi, araba isteyen araba, koca isteyen cinaliyi :) çizerdi.olup olmadığına dair çok fazla kanıt olmasada benim bildiğim bir tane var.

mesela ben küçükken ananem bahçeye süt koyarmış hıdırellez akşamı ve sabaha taze yoğurt olmuş biçimde alırmış.bilen bilir sütü yoğurda dönüştürmek için mayalamanız gerekir.yani süt durduk yerde yoğurda dönüşmez.

ortanca teyzem hala küçük heycanlarını kaybetmeyen biri olarak geçen sene yine ananemin bahçesine bize sormadan bizim adımıza şekiller çizmiş.benim için mesela bi cinali çizmiş ve bunu bana daha sonra söledi.dediki:

-tuğba ben sana uzun boylu bi adam çizdim görsen selvi gibi bak görürsün seneye kadar Allah'ın izniyle bu iş olur teyzem demişti dersin dedi...

aklıma yeni geldi.düşündümde sevgilim selvi gibi maşallah:)

teyzemi gördüğümde söylücem.ahhh teyze sen demiştin dicem.:))

4 Mayıs 2007 Cuma

liba hanım harika:)



dün akşam iş çıkışında ani bir kararla cilt bakımı yaptırmaya karar verdik.malum edi'ninde bu civarlarda olmasıyla madem öyle onuda alalım bakırköye bırakalım hem bende ona olan hasretimi bi nebzede olsa gidermiş olurum diye düşündük.neyse üçümüz birlikte düştük yollara.sevgilimi uygun yere bıraktıktan sonra arkadaşımın ablasıyla olay mahalinde buluştuk.çok konuşan 2 insan bir araya gelince noolur?eğlence olur.eğlenceli bi bakım seansından sonra ve saati gece 11 yaptıktan sonra artık sıkılmaya başladık.ve nihyaetinde üçümüzde pamuklar gibi yumuşacık bilmemne ekstreli krem,jojoba yağı,peeling ve diğerleri sayesinde pırıl pırıl ciltlere kavuşmuş olduk.liba hanımın ellerine sağlık.işini bukadar severek ve özenerek yapan bi insan daha görmedim.tüm deneyimlerinden özel hayatına hatta kaç para maaş aldığına kadar herşeyi öğrendik.tabii zeyneple bana kalsa bukadar sohbet imkansızlaşırdı ama ablası sağolsun oldukça lafazan biri.e liba hanımda öle.neyse öle böle derken saatide epey geçirdikten sonra son gaz eve gittik.akşam cildim yumuşak ötesiydi resmen.arınmış,dinlenmiş kötü etkilerden bi süreliğine uzak halde güzel bi uykuya daldım.sabah yumuşacıktı yine.elim cildimden kayıyodu yüzümü yıkarken.velhasıl ayşenin doldurduğu formda müşteri görüşlerine yazdığı gibi:

liba hanım harika:)


Not 1:bu arada yazmayı unuttum ve aramızda kalsın ama tam tamına 3 kg 800 gram vermiş bulunmaktayım.üstelik hiç aç kalmadan bol su bol kepekli gıda tatlılardan çok tuzlulardan hamur işlerinden uzak durarak ve tabiiki spor desteğiyle sadece bir buçuk haftada verdim.ama daha 4 kg vermem gerek.yuppiiiiiiii:)


Not 2:dün gece oldukça güzel ve bereketli olduğuna inandığım bir rüya gördüm.öyleki sabah sevgilim telefonla uyandırdığında gülümseyerek açtım istemsiz.halada o huzur hali devam edio.



çok güzel bi başak tarlasında ellerimi 2yana açarak ilerliorum.upuzun geniş bi tarla.ama okadar mutluyumki.bi süre sonra korkuorum çünkü başakların boyu omzuma kadar gelmeye başlıo.gelincik çiçeğini aramaya başlıorum.bir süre sonra insanlar gelio ellerind emeyve sepetleriyle.onları görünce hadi oturun sizin otoğrafınızı çekiyim diyorum.işim bitincede kalkıp ilerdeki köy evine gidiyorum.karnım acıkıo ve buzdolabının üstünde lokumlar görüyorum ama enfes görünüolar.tam uzanıp alıcakken olmaz diyorum günah yiyemem.ondan vazgeçip şefatli aramaya başlıorum.rüyamda burnumda hep bi şeftali kokusu var.içerde bi odaya giriorum koltukta bi aile albümü görüp inceliorum.şiirler yazı üstünde onları okuyorum çok tanıdık geliolar.sonra kadın sesleri duyup cama yönleniorum.bi bakıorum aşağısı meyve bahçesi.nasıl büyük sulu ve kıpkırmızı elmalar.elime alıp bakıorum her birine.kadına sesleniorum.cennetlik olucaksın bak sayemde bi tane elma versene bana diorum.elmaları elliorum içimde şeftali arzusuyla.kocaman bir şeftalimi elmamı artık neyse kopartıorum elimde meyveyle sevgilim tarafından uyandırılıorum.

çok güzel bir rüyaydı bence.hele böle bi günde görmek dahada güzeldi.içimdeki bu huzurun hiç bitmemesi dileğiyle....

3 Mayıs 2007 Perşembe

CANIM'a...


dün akşam canımı gördüm.iş çıkışında buluştuk.kısa ve dar bi vakittede olsa çok güzeldi bence.sevgi doluydu herzamanki gibi.beraber akşam yemeğimizi yedik semtimizin elverdiği kadarıyla.ben sezar salata yedim,o kıyma soslu makarna.yanyanaydık ya aslında hiç bi önemi yok nerde olduğumuzun ne yediğimizin ya da.onu görmek beni rahatlatıyo.her nekadar ayrlırken zorluk çeksemde onuda tutup elinden bize götürmek istesemde şimdilik bununla yetinmek zorunda olmakta kafi.yanımda ve yakınımda ya.bu benim için çok özel ve öenmli.bir sabah erken kalkıp kahvaltıya gidicez.günün en erken saatlerinde görücem onu.karşılıklı peynir zeytin alışverişlerinde bulunucaz:)ve güne çok daha zinde başlıcaz buna eminim.az evvel konuştum."benim sana çok ihtiyacım var biliomusun"dedi.bir varlığa ihtiyaç duyucak kadar aşık olmak...muhtaç olmak birine.sevilmeye değil illede onun sevgisine,sevmesine.bu da çok özel duygu.çünkü başka hiçkimseye hissedilemiyecek duygular bunlar.özel kılmasıda bu yüzden zaten.birbirimize sonsuza dek sürücek bi ihtiyaç halindeyiz.ona yazmıştım "ben bir bütünsem eğer;bu bütünü oluşturan en büyük parçada sensin" diye.biz beraberliğimiz süresince hep yekpare olan bi çiftiz.ve onsuz bi hayat düşünmüyorum.onu çok seviyorum...
seni çok seviyorum...

2 Mayıs 2007 Çarşamba

sevgi


aslında "pırıl pırıl bir aklın eksilmeyen ışığı" nı izlemek için harika bi gün.yani eternal sunshine of the spotless'i.
oturmuşsun evinde yanında en sevdiğin ve sadece birer kahve eşliğinde yada kimbilir şekerli tarçınlı bi kaç kurabiye refakatinde herkesin kendi dünyasında tasavvur ettiği yorumlarla filmin seyrine dalmak dalarken düşünmek -acaba ben napardım? diye...
yağmur sesleri dışardan gelmez bu esnada.çünkü usul usul yağıyor kendisi.hissettirmeden...öyleki, öyle içten içe kimseye belli etmeden yağar göklerdeki.
ne güzeldir bir bahar yağmurunu ıslanmadan izlemek sevdiğin bi mekanda.ve yağmurdan sonraki damlaların aksi cama vuran...toprakla bütünleşmesinin kokusu.sevinç çığlıkları gizli aslında tüm o çimen kokusunda.ahh toprağa sorsan ne memnun ne mesut hayatından.beklediği gelmiş,sevdiği gelmiş çook uzaklardan...
bi zamanlar bi hikaye dolanırdı etrafta.çiçeğin suya hasretiyle ilgili.çiçek oradadır su da yanında.ama su vermez çiçeğe en ihtiyacı olduğu şeyi.suyu...
yataklara düşer çiçek.tabib çağırır su çiçeğe.tabib başı önde vaziyetinden hoşnutsuz kızar gibi konuşur çiçeğe
su...
çiçek susuz kalmış...
kimse sevdiğini susuz bırakmasın.hayat yemek içmek nefes almaktan ibaret değil çünkü.sevgi gibi yüce bir duygu var.insanı insan yapan kalbinde barındırmayanı insanlıktan çıkartan.
umarım benim içinde ve herkes içinde kollarınızı açtığınızda sevginizi göstermek için
hani "beni ne kadar seviyorsun"dendiğinde
en geriye kadar açıp kollarınızı ama olmuo seni bundan daha fazla sevioyorum.dünyalar kadar uzay kadar sonsuz kadar demek nasip olur.

ben şimdi o kollarımı kocaman açıp seni işte bukadar seviyorum demenin yetmiyeceği kişinin yanına gidiorum.biriciğime...

SEVGİ,KOLLARIN DAİMA AÇIK DURUŞUDUR.SEVGİ İÇİN KOLLARINIZI KAPATIRSANIZ,KENDİNİZ DIŞINDA TUTACAK HİÇ BİRŞEYİNİZİN KALMADIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ...

DUDAK PAYI

Çay bardağında
Bırakılan dudak payı
Kadar bile
Uzak kalamam
Gözlerine

Yakın olsun isterim
Ellerime ellerin
Yanındaki beton binaya
Yaslanması gibi
Köhne bir evin

Seni bir çivi
Gibi çaktım
Çünkü beynime

Ve toplayıp bütün kerpetenleri
Attım denize

(Sunay Akın)

1 Mayıs 2007 Salı

üşüorummmm


bi türlü ısınmıo bedenim ve merak ediorum artık nezaman üşümücem.içerisi dışardan daha soğuk.artık yazın geldiğine inanan,(havanın rüzgarlı olduğuna aldırmadan)ve tüm kışı sadece gömlek ve ceketle geçirmeyi yeğleyen bi patronumuz olduğundan dolayı artık kaloriferlerimiz yanmıo.klima açık hergün sıcak ayarında ama ısıtmıo.malum hava üflüo ve bana gelene kadar kaçıp gidio sıcak hava.

geçen gün konuştuk arkadaşımla.bu üşüme normal değl dedim ben.psikolojik bence bizimkisi.evdede herhangi bi ısıtıcı açık diil ama evin sıcak bi yuva olduğuna ilişkin yerleşik fikirlerimizden dolayı orada hiç üşümüorum.ama burada donuyorum.daha nekadar kat kat giyinebilirimki.ne yani mantoylamı gelicem işe.

velhasıl artık üşümek istemiorum mümkünse.artık ısınmak ve hatta sıcaktan bunalmak istiorum.yetkililer söyleyip duruo bu yaz kavurucu geçicek diye.bu kaçıncı kavurucu olucağını söylediğiniz yaz.geçen senede böyle denmişti ama mamafih böyle bişeyle karşılaşmamıştık.

orhan veli'nin şu meşhur şiirindeki "beni bu güzel havalar mahfetti"yi tam anlamıyla yaşamak istiorum.

mahfolmak istiorum.....