6 Eylül 2007 Perşembe

nazar sözlüğü.....

son okuduğum ve çok beğendiğim kitaptan bir alıntıdır Nazar Sözlüğü.Elif Şafak kitabında en çok bu kısmı yazarken zorlanmış.görmek ve görülmek üzerine kitabın kahramanlarından cüce be-ce nin yazmış olduğu nazar sözlüğüdür aşağıdaki...
keşke böyle bi sözlük olsa diye geçirio insan içinden....

adem ile havva; adem ile havva, yasak elmanın tadına varınca, farklıklarını gördüler ilk defa. utanıp, incir yapraklarıyla örtmek istediler çıplaklıklarını. ama birinde bir, ötekinde üç incir yaprağı vardı. sayı saymayı da öğrenince, bir daha hiç aynı olamadılar.

ay çiçeği;ay çiçeği güneşe âşık olunca, gülmekten kırılmış bütün bitkiler. "güneş gökyüzündeki tahtından bir an bile aynlmaz. kudretli ve ulaşılmazdır. sen kim, o kim. vazgeç bu sevdadan," demişler hep bir ağızdan. ay çiçeği sesini çıkarmamış. sevdalı gözlerini dikmiş güneşe; bakmış bakmış bakmış. uzun müddet hiçbir şeyin farkına varmayan güneş, nihayet bir gün, ay çiçeğinin bakışlarını hissetmiş üzerinde. önce geçici bir heves sanmış ama zamanla yanıldığını anlamış. ay çiçeği öyle inatçıymış ki, güneş tahtını nereye taşıdıysa, yılmadan usanmadan o yöne çevirmiş başını.
derken bir öğleden sonra, artık bu takipten bıkan güneş sapsarı gazabıyla kavurmuş ay çiçeğini. daha ay çiçeğinin üzerinde simsiyah duman tüterken, insanlar akın etmişler olay mahaline. "yaşasın!" demiş içlerinden biri."şimdi ne güzel çitleriz bu aşkı."
aynı gece televizyonun karşısında acıklı bir aşk filmine gözyaşı dökerken, çitlemişler ayçekirdeklerini.

ay tutulması;gökyüzündeki ay yeryüzündeki insanların gözlerinden saklanmayı başarır bazen. hazır kimse görmüyorken, pudrasını tazeler.

basilisk;bakışları zehirli, zehiri öldürücü hayvan. basilisk, bilinmeyen diyarlara yelken açan seyyahlann korkulu rüyasıydı. seyyahlar, onun zehirli bakışlarından kurtulmak için envai çeşit koruyucu nesne taşırdı. ama en zeki olanlar, aynadan başka bir şeye gerek duymazdı.
şu hayatta basilisk'i kendi görüntüsünden başka ne durdurabilirdi ki?

cadı;cadı, hansel'i fırında pişirmeden önce onun iyice semirdiğinden emin olmak istiyordu. her sabah çocuğun işaret parmağını kontrol ediyordu. ama parmak hep kemikli ve incecikti. çünkü hansel cadıyı kandırmak için parmağının yerine bir ağaç dalı uzatıyordu. cadının gözleri iyi görmediğinden, bir türlü hansel'i yiyemiyordu.

cennet-cehennem;cehennemde cezalarını çektikten sonra cennete kabul edilenlerin gözleri, cennete girmeden evvel, dışarıda bırakmalı cehennemde gördüklerini.

ceviz;gördüğü her şeyi cevizlerinin kabuklarına resmedermiş ceviz ağacı. kimse bu ağacın altında sevişmek istemezmiş bu yüzden.

dabbetülarz;kıyamet günü yerden çıkacak olan hayvan. bir boğanın kafasına, bir filin kulaklarına, bir devenin ayaklarına, bir sırtlanın kuyruğuna sahiptir. inananların yüzlerini beyaza, inanmayanlarınkini siyaha boyayacaktır. renklerle birlikte, iyiler ve kötüler de görünür olacaktır.

fotoğraf albümleri;gözün, geçmişte gördüklerinden sadece güzel olanları hatırlamasını sağlamak için, belli aralıklarla dolaptan çıkarılır fotoğraf albümleri. her defasında sanki ilk defa bakılıyormuşçasına merakla incelenir fotoğraflar; merakla ve muhakkak sırayla: bebeklik, çocukluk, gençlik, evlilik, bebeklik, çocukluk, gençlik...

gözbebeği; insanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir.karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür.yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır.uzağın payına karanlık düşer.zaten karanlığı kimse yakında görmek istemez.

aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka "gözbebeğim!" diye hitap edilir."

harem ağası;osmanlı haremlerinde, vaktiyle asur, iran, roma, bizans, abbasi, memluk saraylarının da tanıdık simaları olmuş harem ağalan hizmet ederdi. hadım edildikleri andan itibaren, işleyebilecekleri en büyük günah, görmekti.

hayal;çocuk, bahçedeki elma ağacına tırmanıp hayallere dalarmış. gün-boyu inmezmiş ağaçtan aşağı; kimi geceler dallarda sabahlarmış. sonunda, bu gidişata dayanamayan aile büyükleri kesivermiş ağacı. çocuk, elma ağacından geriye kalan çukurun içine girip elma ağacı olduğunu hayal etmiş. her sene sulu sulu, kütür kütür elmalar vermiş. her sene gözyaşları arasında elmakompostularını kaşıklamış aile büyükleri.

iğne deliği;sessizliğin altın kadar kıymetli olduğu mahallelerden birinde, bütün gün pencerenin önünde oturup çeyiz işlermiş ana kız. "hayallerin iğne deliğinden geçecek kadar küçük olmalı," dermiş kadın kızına. "baktın ki bir hayalin geçemedi iğnenin deliğinden, boşver onu. unut gitsin. iğne deliğinden geçemeyen hayaller boş hayallerdir. hüsrandan başka bir şey getirmezler." kızcağız dikkatle dinlermiş annesinin anlattıklarını. sonra dalıp gidermiş hayallere. ne vakit hayal kursa, elinden kayıverirmiş gergef; iğneyi de beraberinde götürerek.

keşif;daha evvel görülmemiş diyarları ilk gören insanlar olmak arzusuyla, yüzlerce kâşif yelken açmıştı karanlık sulara. ama zamanla keşfedilmedik yer bırakmadılar dünyada.

komşu kadın;komşu kadın, hiç kapanmayan bir gözdür. pencere önlerinden, dantel tüllerin ardından, balkon kenarlarından, duvar diplerinden, gözetleme deliklerinden ve bir de, pişirip dağıttığı aşurelerin içinden bakar.

kurban;tek tanrılı dinlerden önce neyin kurban edileceği kime kurban verildiğine bağlıydı. antikçağ yunanlıları tanrıçalara dişi kurbanlar sunardı, tanrılara erkek. gök tanrılarına ak, yeraltı tanrılarına kara, ateş tanrılarına kızıl renkli kurbanlar verilirdi.
arapça krb kökünün de ifade ettiği gibi, kurban, "yakın olma" anlamına gelmektedir. kuran'a göre tam hz. ibrahim'in oğlunu keseceği esnada, allah gökten bir koç indirmiş ve böylelikle insan kurban etme geleneği ortadan kaldırılmıştır. koçun yanı sıra deve, sığır, manda, koyun ve keçi de kurban edilmesi caiz hayvanlardandır. kesmeden önce kurbanın gözleri bağlanır.

lamia;lamia, kafası insan, bacakları eşek olan bir canavara dönüşmeden önce, güzelliği dillere destan bir kadınmış. zeus onunla pek çok kez sevişmiş. o da her seferinde zeus'tan hamile kalmış. ne var ki kıskanç hera, lamia'nın her yeni doğan bebeğini öldürmüş.
lamia çocukları yaşayan bütün kadınlardan nefret ediyormuş. geceleri bu nefretle kıvrandığından uyuyamıyormuş. o zaman da gidip başkalarının çocuklarını kaçırıyor ve onları yiyormuş.
nihayet lamia'ya acıyan zeus, geceleri onun gözlerini çıkarıp, yatağının yanma koymakta bulmuş çareyi. lamia ancak o zaman uyuya-biliyormuş. gece oldu mu, o bir tarafta uyuyormuş, gözleri bir tarafta.

merak;gerdek gecesinin sabahında, karısını dizlerine oturtmuş şehzade. "dilediğince gez," demiş "dilediğince yaşa bu kırk odalı sarayda. lakin, sakın ola kırkıncı kapıyı açmaya çalışma, kırkıncı kapının kilidini zorlama!"
"sen nasıl istersen," demiş genç kadın munis bir ifadeyle. kocası dışarı çıkar çıkmaz elinde bir tomar anahtarla kırkıncı odanın önünde almış soluğu.

mikrop;gözle görülemeyecek kadar küçük kötülük.

pandora;kutunun içinde ne olduğunu görmek için açınca kapağı, bütün kötülükleri saçmış yeryüzüne.

röntgen;et perdeyi ortadan kaldırarak insanın içini gösteren alet.

sarık sandalı;üçüncü selim, ne zaman boğaziçi kıyılarında dolaşmaya çıksa, ahali işini gücünü bırakıp yollara dökülürdü. en arkada, içoğ-lanlarını taşıyan altı sandalı takip eden sandal, "sank sandalı" idi. bu sandalın hizmetkârı, padişahın, paha biçilmez mücevherlerle işlenmiş bir şala sanlı olan sangını tutardı. sandal kıyıya yakın sulardan geçerken, hizmetkâr da, padişahın sangını sağa sola sallardı.
padişah sarığını görmekle değil, onun tarafından görülmekle tazelenirdi itimad. her şeyi gören bir gözdü saltanat.

tebdil gezmek;padişahlar şehr-i şehirin yılankavi sokaklarında tebdil gezerdi. kimi zaman ihsanda bulunur, çoğu zaman ceza keserlerdi. ihsan da ceza da anında yerini bulsun diye, padişahların peşi sıra yürürdü tebdil hasekisi.
sık sık tebdil gezen üçüncü mustafa, derviş kılığına girmeyi pek severdi. karış karış şehri gezerdi; dışı derviş, içi padişah.
bir gün, çorum alaybeyi iken azledilip istanbul'a gelen feyzullah, tebdil gezen padişahı tanıdı. ne kadar müşkül durumda olduğunu anlatıp yardım istedi. karşılık görmedi. bir başka sefer, feyzullah, üsküdar çarşısının orta yerinde gene padişaha rastladı ve gene onu tanıdı. ve bu sefer kendini tutamayıp bağırdı: "ya ekmeğimi ver, ya beni katlet!"
üçüncü mustafa dikkatlice baktı feyzullah'a. dervişin içindeki padişahı gören göz sakıncalı olabilirdi; hem de pek sakıncalı. oracıkta tercihini yaptı. ona ekmeğini vermedi.

televizyon;evimizde sürekli seyrettiğimiz televizyonun bir an için de olsa bizi evimizde seyredebileceği düşüncesi tedirgin edicidir.

unutmak;göz temizliği.

yabancı;gözün daha evvel görmediği şey ya da kişi.

yaşam;yaşamı görmek için, ayna tutarız ağzımıza. yaşamı göremesek bile, yaşadığımızı biliriz ayna buharlanınca.

yay;ölüm mahkûmlarını öldüren kılıcı toprağa gömerlermiş bir müddet. gördüklerini unutsun diye. aynı işi yapan yay ise muhakkak kınlırmış. gördüklerini unutmayı başaramadığı için en iyisi onu kırmakmış.

zühre;derler ki, aşk da unutulurmuş her şey gibi. hem de yaşanıp bittikten, soğuyup küllendikten sonra değil, tam da doludizgin devam ederken unutulurmuş aşk.
neyse ki, zühre yıldızı varmış göğün üçüncü katında. halen âşık olup olmadıklarını ve eğer âşıklarsa kime âşık olduklarını hatırlayamayanlar, göğün üçüncü katına çıkıp, zühre yıldızının elindeki aşk aynasına bakarlarmış. baktıklarında gördükleri yüz, âşık oldukları kişinin yüzü olurmuş.derler ki, bazıları sadece zifiri karanlık görürmüş aynada. böylelerinin hafızalarından şüphe etmeleri yersizmiş. çünkü tekleyen hafızaları değil, yürekleriymiş.

zahir;tanrı'nın doksandokuz isminden biri olan zahir, "gözden saklanmayan" demektir.

zaman;mahallenin gaddar veletlerinin kuyruğunu kopardığı kara kedi, yeni doğan iki yavrusunu uzun uzun yalayıp temizledikten sonra terk etmişti. yavrulardan birini alt katta oturanlar aldı, ötekini de üst katta oturanlar. üst kattakilerin aldıkları yavru hızla büyüyüp, gürbüzleşir-ken; alt katın kedisi de büyüyordu ama aheste revan. oysa her iki kedi de aşağı yukan aynı şeyleri yiyorlardı.
aynı evin üst katında farklı, alt katında farklı işliyordu zaman. alt kattakiler saatlerini hep üst kata göre ayarlıyor ama hep geç kalıyorlardı. kedilere baktıkça zamanın görülebilir bir şey olduğuna inanmaya başlamıştı ev sakinleri. üst katın zamanı göbekliydi; alt katın zamanı ise çelimsiz.
seneler böyle geçti. kediler yaşlanıyorlardı. üst kattaki kedi hızla hantallaşıyor; alt kattaki kedi kocamakta geri kalıyordu. şimdi zaman geriye işliyordu.

zarf;senelerdir postanede memurdu. senelerdir, zarif bayanların değmek istemediği, telaşlı beylerin kapatmaya tenezzül etmediği zarflan şap şup yalayıp kapatırdı. zarfların, üzerlerinde adres yazılı olduğu için değil, yazılan gözlerden sakladıktan için elzem olduklanna inanırdı. mektubu mektup yapan bu kapalılık, bu gözden ıraklıktı. intihar ettiği gün ağzı açık bir zarf bıraktı geride, içine gözünü koydu. "gözü açık gitmiş" diye ağladı sevenleri. huzur içinde yatsın diye, zarfını şap şup yalayıp kapadılar.

zeliha;"koskoca vezirin karısı bir köle için yanıp tutuşuyormuş," diye gülüşüyordu kadınlar. zeliha ise, güzele baktığı için gözlerini cezalandırmasını bekleyenleri anlayamıyordu. merak ediyordu, acaba bu fitne kumkuması, dedikodu ustası kadınlar nasıl görüyordu şu âlemi.
nihayet bir gün, sevdiğini sevmediklerine göstermek için kadınları evine davet etti. onlara meyve ve bıçak verdi. sonra da yusuf u misafirlerin yanına çıkardı. gözlerini yusuf tan alamayan kadınlar, o odadan çıkana kadar, meyve yerine parmaklarını doğradıklarının farkına varmadılar.
zeliha, tabaklan toplarken vakur ve sakindi: "görün işte," dedi, "gözlerimin bana çektirdiklerini!"

zırh;içtekini, dışarının bakışlarından saklayamazsa, daha çabuk yenilir insan ve daha kolay öldürülür savaş meydanlarında.

zilzal;depremler anlamına gelen zilzâl, kuran'ın doksan dokuzuncu sû- resinin ismidir. sûreye göre, yeryüzü, içindeki bütün ağırlığı dışarıya kusacaktır. o zaman yerin altındaki görünmeyen katmanlar, yerin üstüne çıkıp görünür olacaktır.

zina;zinanın ispatlanabilmesi için dört erkek şahidin işlenen suçu bizzat gözleriyle görmüş olmaları gerekir. şahitlerin aynı şeyi görmeleri yetmez; bir de gördüklerini aynı şekilde ifade etmeleri beklenir. eğer içlerinden biri gördüklerini şüphe uyandıracak biçimde ifade ederse, öteki şahitlerin ifadeleri yalan, suçlama asılsız sayılır.


ELİF ŞAFAK
Nazar Sözlüğü(MAHREM)



1 yorum:

Tijen dedi ki...

Piqi'nin güncesi artık Mutfakta Zen'in dostları, komşuları arasındaaaaa....